Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hrant Dink öldürüldü, Danıştay üyesi Mustafa Özbilgin öldürüldü, Rahip Santoro öldürüldü. İnsanlar öldürüldü, umutlar, adalete duyulan inanç öldürüldü. Şimdi işte mutlaka hesap sorulması gereken katiller var

Gerçekle yalanın, samimiyetle riyanın, cesaretle zavallılığının bütün açıklığıyla görülebildiği bir buruk berraklık.
Ve hasretle beklenen, soluk aldıracak bir rüzgâr.
***
Hâlâ nasılsa savcı kalabilen Ferhat Sarıkaya, meslekten ihraç edildikten yıllar sonra mesleğine dönecekti.
2010 referandumundan sonra özenle oluşturulmuş HSYK, hakkında Ankara Savcısı olarak mesleğe dönüş kararını verdi.
Dönemin bakanlarından biri fısıldadı gazetecilerin kulağına: “Yiyecek ekmek bile bulamamış biliyor musunuz yıllarca.”
Bulmuş.
Öyle diyor Sarıkaya.
Maaşını iddianameyi eline tutuşturanlardan almış, onların vasıtasıyla Güney Afrika’ya gitmiş, döndüğünde maaş almaya devam etmiş, kendisine, “Gel yanımızda çalış” diyenlere itibar etmeyip cemaatten para almayı seçmiş.
Yıllar sonra Ankara’da, Çukurambar’da bir evde ortaya çıktığında ise kendisini yolda aracını durdurarak yakalayabilen gazetecilere, “Ankara’daydım. Çukurambar’da kalıyorum. Yurtdışına gitmedim, pasaportum bile yok. Ben söyleyeceğim her şeyi iddianamede söyledim. Usuli yanlışlıklar olabilir. Ama onlar bu sonucu doğurmamalıydı” demişti.
Şimdi yıllar sonra nedense “itiraf” etmeyi seçtiğinde ise, “O dönem menfaatim için öyle diyebildim” diyebildi.
Böyle sulandırıldı Şemdinli davası.
Oysaki Şemdinli’deki Umut Kitabevi’nin bombalanması ve burada çalışan 19 yaşındaki bir gencin öldürülmesi sonuna kadar gerçekti.
***
Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te Umut Kitabevi’ne el bombası atan PKK itirafçısı ile onu araçta bekleyen iki jandarma astsubay, pasajın hemen önünde halk tarafından yakalandı.
Arabalarından ise o gün şunlar çıktı:
- İlçede 8 gün önce patlayan 150 kg’lık bombayla ilgili hazırlanmış, üzerinde kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz’ın evinin işaretlendiği kroki.
- PKK üyeliğinden hapis yatıp çıkmış, Umut Kitabevi’nin sahibi Yılmaz’ın uzaktan çekilmiş fotoğrafları.
- Hangi aşiretin devlet yanlısı olduğunu gösteren aşiret durum çizelgesi.
- Demokratik Toplum Hareketi’nin Şemdinli delegelerinin listesi.
- Seferi Yılmaz adına düzenlenmiş suç formları.
- Yanıt bölümleri önceden doldurulmuş, kapatılan DEHAP için, “Örgütün DEHAP’la ilişkili olduğunu biliyorum” şeklindeki soru formları.
- Kitabevine atılanla aynı seriden el bombaları ve silahlar.
O araçta arama yapıldığı sırada ise bir jandarma tarafından kalabalığa ateş açıldı, bir kişiyi öldüren uzman çavuş kalabalığın kendisine saldırdığı savunmasını yaptı.
Şemdinli Savcısı, detaylı arama ve araştırmalardan sonra fezlekesini hazırlayacaktı ki devreye Van Başsavcılığı girdi.
Görevlendirilen savcı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi davasından sicili kabarık Ferhat Sarıkaya’ydı.
Sarıkaya, zaten eline tutuşturulanları nasıl iddianame olarak imzalayabildiğini kendisi anlattı.
Ancak davanın son aşaması iddianameyle alakasızdı.
Yargıtay, Sarıkaya’nın kurulduğunu iddia ettiği, emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı da kapsayan örgüt suçlamasını zaten yerinde bulmadı.
Bombalamadan dolayı ceza ise karara göre zaten kaçınılmazdı.
***
Oysa Sarıkaya’nın ve Van’daki “paralel” ekibin neler yapabileceğini, sözü en çok, “dinlen- meyenlerden” Avukat Turgut Kazan, Yüzüncü Yıl Üniversitesi davası biterken ve beraatle biten o dava zerre umursanmazken söylemişti:
“Orada ilk kez Türkiye’de böyle bir model denendi. Askeri dönemlerde olduğu gibi, sevilmeyen kesimleri bertaraf etmek için yargı kullanıldı. Yargı kararları tartışılamaz ama bir hukuk devletinde hiçbir şey değişmeden o gün verilecek kararın bugün verilmesi olacak şey değildir.”
Turgut Kazan, Enver Arpalı’nın vekiliydi.
Şemdinli’de Türkiye’yi bilinmeze götürecek, sonradan soruşturmasını Sarıkaya’nın üstleneceği bomba 9 Kasım 2005’te patladıktan sadece 4 gün sonra, 13 Kasım 2005’te cezaevinin bir köşesinde kendini kalorifere asarak yaşamını sonlandıran, Sarıkaya’nın tutuklattığı Enver Arpalı’nın vekili.
Daha 2 yaşında babasız kalmış, 8 çocuklu bir ailenin, Van’a süt taşıya taşıya okuyan, üniversitede bin bir ricadan sonra görev alan, Genel Sekreter Yardımcısı olduğunda, ağabeylerinin, “Büyük adam oldu kardeşimiz” diye gururlandığı Enver Arpalı, gururlandıran bir adamken, kumpasla, “hırsız” olarak anılmayı kendine yediremedi.
Savcı Sarıkaya’ya ifade verdi, birkaç gün sonra oğlunun düğünü için Ankara’ya gitti.
Ankara’dayken hakkında yakalama kararı çıkarıldı.
Düğünden döndüğünde kendisini cezaevinde buluverdi.
Rektör Aşkın da tutuklanmış, cezaevinde kriz geçirince kalbine iki stent takılmıştı.
Rektörü ziyaret eden koca koca hocalar, siyasetçiler Arpalı’ya selam bile vermedi.
Çok dayanamadı o suçlamalara, yaşamına son verdi.
Sonradan beraat çıkmış davada ne gam.
Büyük çetenin büyük amaçlarının yanında birkaç kişi ölmüşse ne denilebilirdi?
Şemdinli davasında olan bitenler, aslında, işte o intihardaki büyük suçun gölgesiydi.
***
Olanlar ve sonrasında yapılanlar arasında büyük bir boşluk var.
Ve hâlâ o dönemin mağdurlarından bile daha çok, hiçbir pişmanlık göstermeden konuşanlar.
Hrant Dink öldürüldü, Danıştay üyesi Mustafa Özbilgin öldürüldü, Zirve Yayınevi çalışanları öldürüldü, Rahip Santoro öldürüldü.
İnsanlar öldürüldü, umutlar, adalete duyulan inanç öldürüldü.
Şimdi işte mutlaka hesap sorulması gereken katiller var.
İnanç ve umudu öldüren ve bu insanları öldüren katiller.
Kumpasları yapanlar, insanları öldürenler var.
Kumpasa bakarken o insanların öldüğünü, bu suçların işlendiğini unutmamaktır gerçek “temizlik.”
Dumanlı, puslu havayı ancak böyle dağıtabilir adaletli bir rüzgâr.
Ve inanın o rüzgârın, evet hüzünle ve acıyla ama en çok barışla ve umutla bir ilişkisi var.