Çocuklarıyla konuşmayan babaların ülkesidir burası... Bu yüzdendir bütün diğer nedenlerden bağımsız, çocukların büyük anne sevdası. Bu yüzden bir çocuk öldüğünde, öyle kolayca ne olduğuna, nereden geldiğine, kimin çocuğu olduğuna bakabilenler... Bu yüzden çocukların kimliklerindeki büyük, büyümeyeceklerini gösteren işaretler. İşte Cizre’de hemen her çocuğun kimliği aslında işaretlidir. Gözden kaçıp da büyüyebilenlerin en iyi bildiği iş ise cenaze defnetmekti.
Kızılırmak’ın “Ölüme de tilili” albümü henüz çıkmıştı. 90’lı yılların başında, o karanlık yoklukta, ölüme meydan okumanın en saf haliydi albüme ismini veren Yılmaz Odabaşı’nın dizeleri.
O yokluktan, yok edilmek istenen bazı yerler herkesten çok payını almıştı.
Albümün kapağının içinde yer alan fotoğraftaki kadar ıssız ilçeler vardı.
Kepenkleri mühürlenmiş dükkânlar, delik deşik edilmiş binalar.
Oralarda yaşayanlar anlattığında kimse dinlemezdi.
Zira orada yaşayanlar son tahlilde “terörist”, devlet görevlisinin sözü ise “devlet” demekti.
Terazinin bir kefesine vatandaşın, diğerine devletin görevlisinin konulmasının ise bahsi bile edilemezdi.
Cizre, işte o tarihlerde de şimdi olduğu gibi tetiğe en kolay basılabilen yerdi.
***
Çocuklarıyla konuşmayan babaların ülkesidir burası.
Bu yüzdendir bütün diğer nedenlerden bağımsız, çocukların büyük anne sevdası.
Bu yüzden bir çocuk öldüğünde, öyle kolayca ne olduğuna, nereden geldiğine, kimin çocuğu olduğuna bakabilenler.
Bu yüzden çocukların kimliklerindeki büyük, büyümeyeceklerini gösteren işaretler.
İşte Cizre’de hemen her çocuğun kimliği aslında işaretlidir.
Gözden kaçıp da büyüyebilenlerin en iyi bildiği iş ise cenaze defnetmektir.
***
Ümit Kurt, birkaç gün önce defnedilen çocuklardandı.
Çok değil, 2015’in ilk günlerinde, Ümit’ten bahsetmek, artık geçmiş zamandı.
Babası Abdullah Kurt, kimsenin dinlemediği sesiyle anlatsın:
“14 yaşındaydı benim oğlum. Boyacı, bazen amele. 20 liraya çalışırdı. Okumadı, ben istedim ama olmadı. Zaten iflas etmiştik. Çalışayım dedi. Diğer çocuklarım hasta, Ümit bana yardım eden tek çocuğumdu. Kimseye zararı yoktu. Ama 20 gündür burada kim olursa vuruyorlar. Kimse bizi dinlemiyor. Karanlıkta sokağa giriyorlar. Panzerlerde bekliyorlar. Biz bu vatanın evladı değil miyiz? Ümit daha sokağa çıkar çıkmaz, 20 ev kadar uzaklaşmış ki orada kendi yaşıtlarıyla oynarken vuruluyor. Hayatta kimseye zarar vermemiş bir çocuk vuruluyor. Ne hakkınız var? Çocuk bu, korkuyor, bir köşeye siniyor ama orada vuruluyor. Göğsünden çıkmış mermi. Ben evde oturuyordum. Herkes oturuyordu. Öyle çatışmalar olsa kim oturabilir? Hastaneye koştuğumda oğlum ölmüştü. Savcı, bana sen katilin bulunmasını istemiyor musun dedi. Ben katilin kim olduğunu biliyorum dedim. Birkaç saat sonra oğlumu benden kaçırıp Diyarbakır’a götürdüler.
Çatışma falan yokken vuruldu benim oğlum. Plakasız araçtan ateş açıyorlar. Herkes biliyor devlet aracı olduğunu. Plakasız devlet aracı olur mu?
Gaddar değilseniz niye plakaları söküyorsunuz? Hizbullah da değil, onlar olsa da onları kimin yönlendirdiği de biliniyor. Burada herkes biliyor kimin kim olduğunu? Devlet isterse kimse bir mermi atamaz. Oğlum öldü benim. Hükümet, Cumhurbaşkanı, Başbakan’dan rica ediyorum, bir kere de bizi dinleyip, bu plakasız arabaları bir araştırsınlar.”
***
Nihat Kazanhan, 12’sindeydi daha.
Öyle büyük bir doğum günü pastası hiç olmamıştı ama o da yeni basmıştı yaşına.
Defnedildi, anlamını bile kavrayamayacağı ama onlarca kez tanıklık ettiği büyük bir kalabalıkla.
Babası Emin Kurt anlatsın, neler yapıldığını oğluna:
“9 çocuğum var. Nihat 5. çocuk. Belki en sakin, sesiz olanı çocuklarımın. 6. sınıfa gidiyordu daha. Çıkıp bazen amcasına çıraklık yapıyordu ama aklı oyundaydı. O gün Irak’a gitmiştim. Ben aileme bakmak için sürekli gidiyorum. 2 gün varsam, 10 gün yokum. Daha varır varmaz telefon geldi bana, yaralı olduğunu söylediler. Kamyonu bıraktım geri geldim. Diyarbakır’a göndermişlerdi cenazesini. Son dönemde çok korkuyorduk, şimdi daha da çok korkumuz var.
Açık gözle oğlumun nasıl görüldüğünü görenler var. Hepsi resmen plakasız bir Akrep aracıydı diyorlar. Oğlum arkadaşlarıyla oynarken, gelip vurup gittiğini söylüyorlar. Kafasına isabet etmiş. 12 yaşında bir çocuk kime ne yapabilir? Ben hep korurdum çocuklarımı, her şeyden korurdum. Yoktum ki burada. Yemek bile yememiş oyuna gitmek için. Bir kere de sözümüzün kıymeti olsun.”
***
Bu ülkede, bir çocuğun kafasından gaz fişeği, silahı tutanın anlaşılmaması için gasp edilmiş, yerine plastik mermi yerleştirilmiştir.
Bu yüzden tanıklık edilemeyen otopsiler, alınamayan ölü yazıları ve balistik incelemeler ve bütün o bitmez adli işlemler soru işaretidir.
Bu ülkede ölenlere, “6. kattan atladı, duvardan düştü, kafasını vurdu, 50 cm’lik su borusunda intihar etti” denilmiştir.
Bu ülkede bütün bu ölümlerde “ama” vardır.
Sokağa çıkmıştır, slogan atmıştır, bazen çıkmamıştır ama çıkmış gibi yapmıştır.
Ve mutlaka kaşının üzerinde de gözü vardır.
Bu yüzden, şüphelenilen her ölüm aslında biraz derindir.
Ve Cizreliler, şüpheli bir ölümü bin kilometreden tanıyacak kadar arkadaştır soru işaretleriyle.
Tek istedikleri, acıyla haykırdıkları, boşlukta yankılanıp kendilerine dönen sözlerine bir kez olsun kulak verilmesidir.