Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


‘Niye uçmuyor İnci’
Sarp Kuray, 1971 muhtırasının ardından tutuklandı ve 24 yıl ceza aldı. 4 yıl sonunda afla çıktı ama davası 21 yıl sonra sonlandı.Müebbet hapse mahkûm edildi. Kaçmadı, artık 70’li yaşlarına geliyordu. Sincan’da kendisine, “kardeş” olan siyasi mahkûmlarla birlikte gün dolduruyor.

Barış, gökyüzünde uçurtmayı arayıp soruyordu? “Niye uçmuyor İnci?”
Hepsini anımsıyordu İnci’nin denize bakan gözleri.
“Uçurtmayı Vurmasınlar” gerçekti.
Bu ülke, bu adalet sistemi, bu dünya, bu kurallar, yönetenler ve değişmeyenler gerçekti.
Ömrünü oradan oraya sürgünde geçirenler, cezaevinde ölenler ve büyüyenler.
Cezaevi kapıları ve ziyaret günleri.
Değişmiyordu Barış ve İnci’nin hikâyesi.
***
Göçle başlarsa ailelerinin hikâyeleri, sonradan da fazla değişmez kaderi.
Sarp Kuray’ın ailesi, 1912 bozgunundan sonra Balkanlar’dan zorla göç ettirilmişti.
Hüzün ve özlemek o günden sonra ailenin kaderiydi.
Sarp Kuray’ın babası vali yardımcısıydı.
Anne ve babalarının peşinden oradan oraya giden dört kardeşlerdi.
1945’te Kastamonu’da doğdu Kuray.
Daha 4 yaşındaydı ki İstanbul Silivri’ye çıktı babasının tayini.
İstanbul’u ve denizi ilk defa burada gördü.
Sonra Trabzon Vakfıkebir, sonra İzmir Dikili.
İlkokula Dikili’de başladı.
Sonra Muğla.
Oradan Sivas
İlkokulu Sivas’ta bitirdi.
Sivas’ta sıra arkadaşı Artin’di.
Sonradan anladı Ermenilerin o zamanlar nedenini anlamadığı tedirginliğini.
Sivas’tan sonra yeniden İzmir, 1737 sokak.
Karşıyaka’daki o güzelim sokakta gördü evlerin önüne her akşamüstü atılan sandalyeleri ve samimiyeti.
Karşıyaka günleri 1957’de bitti.
Babası artık valiydi.
Kuray ailesi, İzmir’den Siirt’e Kurtalan Ekspres’le gitti.
Sarp Kuray’a sadece trenden izlediği fakirlik bile yetmişti.
Ama bir de trenin içi vardı.
Çekingence konuşulan “bilinmeyen dil”, çıplak ayaklı çocuklar, yerlerde oturan insanlar.
Yaşam, burada ne kadar bilinmez ve değişikti.
Ortaokulu ve lise biri burada okudu.
Bir gün annesine, kardan okula gidip gelemediğini söyleyip, babasının makam arabasıyla okula gidip gelmeyi istedi.
Babası ise konuyu açan annesi ve Sarp’a, “Emrimde çocukları gezdireyim diye vermiyorlar bu arabaları” diyerek, en büyük dersini verdi.
Kuray ailesinde hiçbir çocuk, hiçbir zaman o makam arabalarına binemedi.
Babasının verdiği dersten fazlasını anlamıştı aslında Sarp Kuray.
Hiç unutmadı, sınıf arkadaşlarını, yaşamlarını ve evlerine gittiğinde kendisini bilmediği dilde şefkatle seven annelerini.
***
1960 darbesinden sonra Mardin yılları başadı.
Kamışlı ile Nusaybin arasındaki saçma sınırı burada tanıdı.
Mardin’den sonra batıya, bu kez Bursa’ya.
Solla burada tanıştı.
Babasının Ankara Valiliği’ne atandığı yıl, Ankara Hukuk’u kazandı.
Ama hukuk yerine askerliği seçti.
Artık Deniz Harp Okulu’ndaydı.
Bir valinin oğlu devrime gönül verir mi?
Gördükleri ve öğrendikleri aslında çoktan yapmasını sağlamıştı bu tercihi.
1966’da teğmen olarak çıkarken okuldan devrimciydi.
1968 subay bildirisinde imzası vardı.
69 subay bildirisi ise ordudaki yaşamında, sonun başlangıcıydı.
Seferdeyken gözaltına alınıp, Gölcük Güllübahçe Cezaevi’ndeyken ordudan atıldı.
Ama o yıllar Kuray’a, Deniz Gezmiş’i, Hikmet Kıvılcımlı’yı ve mücadeleyi tanıştırdı.
Hukuk Fakültesi’ne döndü, Dev Genç saflarına katıldı.
Devletin kodlarına göre, bundan sonra yaşamı boyunca sürecek bir fiş almıştı; “Devletin azılı düşmanı.”
Oysa daha güzel bir dünya istiyorlardı.
***
Çetelerle, devletin karanlık yüzüyle mücadeleye mecbur bırakılan bütün o gençler, “imha” edildi.
1971 muhtırası ise devlete son şeklini itinayla verdi.
İmha edilmeyenler artık cezaevlerindeydi.
Sarp Kuray da tutuklandı, 24 yıl ceza almıştı.
4 yıllık cezaevi süreci, “afla” sonlandı.
Ama bitmemişti.
Bir de kalanların tümü için, “temizlik” gerekiyordu.
Böyle geldi 80 darbesi.
Sarp Kuray, artık yurtdışında bir mülteciydi.
Yıllarını yurtdışında geçirdi.
Döndüğünde, hâlâ davaları bitmemişti.
Cezaevine gireceğini bile bile geldi.
Tutuksuz yargılanmak üzere bir süre sonra tahliye edildi.
O yıllarda hiç gündemden düşmedi.
2000’lerde ise artık tartışılan bütün başlıklar değişmişti.
Ancak devlet, bir kez kodladığını öyle kolay bırakmazdı.
Davası 21 yıl sonra sonlandı.
Müebbet hapse mahkûm edildi.
Kaçmadı, artık 70’li yaşlarına geliyordu.
Ömrünün belki de tek rahat ve en güzel döneminde, gidip, cezaevine gönüllü girdi.
Lideri olduğu söylenen örgütün eylemcisi olduğu söylenenler 8 ayda tahliye edilmişti.
Devleti yıkmak istediği söylenen örgütten içeride olan sadece kendisiydi.
AİHM’ye başvurdu.
Haklı bulundu.
Ne yüzleştirme yapılmış, ne uzun yargılama süresi dikkate alınmış, ne ifadelere itibar edilmişti.
Ama Yargıtay, AİHM dinlemezdi.
Parasıyla değil mi, ödenirdi tazminat ve her şey biterdi.
Geçtiğimiz temmuz ayında, kararını verdi, “onama” dedi, tek kelime.
24 sayfalık AİHM kararı ise çöpe gitti.
***
Cezaevinde gencecik mahkûmlarla tanıştı.
Pankart ve slogandı suçları.
Hastaneye sevk aldığında, bacağı, parmakları kopartılmış insanları, kanser olmasına rağmen tahliye edilmeyen mahkûmları tanıdı.
Cezaevinde büyüyen çocuklar hiç değişmemişti.
Artık mağduriyetini anlatmaktan da vazgeçti.
Sincan’da kendisine, “kardeş” olan siyasi mahkûmlar Turan Erdoğan ve Mehmet Aylak’la birlikte gün dolduruyor.
Her hafta bin bir aramadan geçip ziyaret ediyor eşi Nur Sürer ve kardeşleri.
Ve hâlâ uçamıyor uçurtmalar.
Uzaklardan hüzünlü ama kararlı bir şarkının sesi geliyor:
“Ne güzeldir yollarda olmak şimdi...”
Ve Barış’ın tek soruda bütün zulmü anlatan sesi:
“Niye uçmuyor İnci?”