Ankara’dan?PTT aracılığıyla gönderilen bombalı paket açılmayınca Maraş katliamı sonraya bırakıldı. 22 Aralık’ı 23’e bağlayan gece piyangocular, seyyar satıcılar, “bazı” imamlar, muhtarlar hepsi ayakta, hepsi silahlı, bıçaklı, palalıydı
Yeni bir yıl yaklaşıyor. Bitiyor artık yavaş yavaş aralık.
Kimileri için kutsal bir bayram, kimileri için yenilenecek bir yaşam, kimileri için nafile bir umut, kimileri için de katliam.
Bütün kentlerde, zenginlik hayalleri kuranların kuyruk olduğu gişelerde biletler satılıyor.
Farklı farklı kentlerdeki akrabalarından almasını rica ediyor kimileri.
Ancak hafızası olanlar bilir.
Aralık ayında, yılbaşına kısa bir süre kala, Maraş’taki akrabalarından kimse sormaz biletleri...
Tanımadıkları işportacılar, bayrak satıcıları, cami cemaati ve Milli Piyango’ya kayıtsız 26 piyangocu.
1978 Aralık’ında, Maraş’ı sarmıştı Maraşlıların tanımadıkları birileri.
Görünüyordu, biliniyordu, failleri bile belliydi, vali bile söylüyordu işte.
Ancak hesap yapılmış, fatura kesilmişti.
Bütün Alevilere piyangocularla veriliyordu mesaj:
“Belki de sıra sizde.”
***
Şimdilerde sosyal medyada parçalarını izleyip de güldüğümüz “Güneş ne zaman doğacak?” filmi var ya, bilin ki o film, büyük bir katliamın esaslı bir parçasıdır.
O filmde yapılan propaganda, o filmin oynatıldığı Çiçek Sineması’na bizzat katliamcılar tarafından “Komünistler, Aleviler attı” denilerek atılan bomba küçük bir evin bodrum katındaki kazanda vurularak ve yakılarak ölen çocukların canıdır.
Aslında, bütün katliamlar gibi planlıydı.
Ankara’dan PTT aracılığıyla gönderilen bombalı paketlerin adresi, Maraş ve Malatya’ydı.
Malatya’da Hamit Fendoğlu paketi açıp, gelini ve torunlarıyla öldürüldüğünde, Malatya’daki Alevi mahallelerine saldırı başladı.
Maraş’ta Memiş Özdal, paketi açmayınca, Maraş katliamı sonraya bırakıldı.
Sonraki tarih aralıktı.
İşte o filmin Çiçek Sineması’nın programı değiştirilerek 19 Aralık 1978’de oynatılmaya başlanması, düğmeye basıldığı andı. Bombadan sonra, “Din elden gidiyor” saldırıları başladı. İki öğretmen canını Maraş’ta bıraktı.
Cenazelerindeki çatışmada 3 ülkücü öldüğünde, belediyeden, “3 kardeşimiz öldürüldü, kanları yerde kalmayacak” anonsu yapıldı.
Alevilerin Ulu Cami’yi bombaladığı söylentileri de hemen kente yayıldı.
22 Aralık’ı 23’e bağlayan gece piyangocular, seyyar satıcılar, “bazı” imamlar, muhtarlar hepsi ayakta, hepsi silahlı, bıçaklı, palalıydı.
Alevi mahallelerinin Sünni yaşayanları ve mahallelerinde Alevi yaşayan Sünniler de olacaklardan haberdardı.
Bir bölümü Alevi komşusunu sakladığı için can verirken, bir bölümü ateşe verilen evlere benzin ve odun taşıyacaktı.
Saldırı sabaha karşı başladı.
Yörükselim Mahallesi ablukadaydı.
Şirintepe, Sakarya, Dumlupınar... Nerede geceden evi işaretlenmiş bir Alevi’nin yaşadığı mahalle varsa, o mahallelerin tekmili birden kuşatmadaydı.
Aleviler, savaş meydanında silahsız, biçare bir çocuk gibi bekliyordu olacakları.
Buna rağmen, “objektif” bazı kaynaklara göre yaşananlar çatışma, çatışmanın bir tarafındakileri kontrol edenler ise “hümanist” ve “demokrat” lider olarak anılmalıydı.
***
Yörükselim’de, binlerce kişiyle evlere yürüyorlardı.
Ateşe verilen ilk evle harekât başladı.
Pencereden bir kadın atlayıp kaçtı, içeride üç çocuk kül olup yandı.
Sonra Alevi sakladığını öğrendikleri Sünni evini hedef aldılar. Önce Sünni ev sahibi bahçede katledildi, sonra Aleviler otomatik silahla tarandı.
Musa ve Esma Suna çocuk bekliyorlardı.
Kapıyı kırıp içeri girdiler, “Size dünyada yer yok” diye bağrıyorlardı.
Esma Suna, “Kardeşler, yapmayın bu vicdansızlığı” diye bağırdı.
“Besmele çekebiliyor musun?” diye yanıtladılar.
Çekti Esma Suna.
İnanmamışlardı.
Evdeki herkesi öldürdüler.
Esma Suna sokağa kaçtı.
Silahlarını ateşlediler.
İlk kurşunda öldü Esma Suna’nın karnındaki 8 aylık bebeği, ikincisinde anne olamayan Esma yaralandı.
Nasılsa hastaneye götürdü birileri.
Geriye ameliyathaneden bir fotoğraf kaldı; karnından çıkarılan ölü bir bebek ve Esma’nın anne olamayan ölü bedeni.
Ün ailesi, asker gelince kurtulduklarını sanmışlardı.
Her şey bitti sanılıyordu ki çekildi asker.
Meydan yine katliamcılarındı.
Ev tarandı. Aynı aileden 4 kişi o evden hiçbir zaman çıkamadı.
Bebekler annelerinin kucağında, ufacık çocuklar bodrumlarda, kazanlarda can verdi.
Komşularına sığınanların hem kendilerinin hem komşularının evi yakıldı.
Ölenlere, “sünnet kontrolü” yapıldı. Sonradan, “milletin iradesi” ile vekil seçilenler, “Bazılarının sünnetleri yoktu” diye konuşacaktı.
Evlerin tavanlarını, dış duvarlarını deliyor, içeriye benzin döküyorlardı.
Maviş Toklu, kocası ve çocukları için gayet iyi tanıdığı muhtara yalvardı.
Kocası bahçeye çıkarıldı.
Yalvaran eşinin gözünün önünde tarandı.
O evden çıkıp Toklu’nun kardeşinin evinin etrafı sarıldı.
Maviş Toklu, bu kez, “Bari kardeşimi bırakın” diye yalvardı.
“Bayram günü” dedi muhtar, kardeşinin cesedi de bahçeye bırakıldı.
Sonra yandaki evde yaşayan, ailesi gitse de evini bırakmayan, gözleri görmeyen Cennet Çimen gözleri oyularak öldürüldü.
Sonra İbrahim Usta.
Bazı evlere dönüp, kafalarına sıkarak öldürdüler yaralı bıraktıklarını.
Resmi kayıtlara göre 111, farklı kaynaklara göre 150-200 ölü, yüzlerce ağır yaralı.
Sorumluları mı?
Uygulanmayan cezalar ve kısa sürede serbest kalan idam mahkumları.
Hiç yakalanmayan 68 katliamcı.
***
Maraş’tan Hayata Dönüş’e, oradan Roboski’ye bir yol var uzanan.
Orada çocuklar, yakılanlar, parçalananlar, hesabı sorulmayan.
Küçücük bir “öteki” yanınız varsa uzak gelmesin size.
Sorulamadığından işte hesapları, yarın ya da ihtimal daha yakın:
Belki de sıra sizde.