Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Neden iyilik kazanacak biliyor musunuz?

Canlı bomba olmayı kafasına koymuş, bunu Allah yolunda yaptığını söyleyen lakin kendi cennetini garantiye almak için öldürmeyi, orada yaşayacağı mutlu mesut günler için yok etmeyi bütün bir bencillikle kalmayan kalbinin ortasına yerleştirmiş Yunus Emre Alagöz, telefonda ağabeyini de IŞİD’e katılması ve anne-babasını getirmesi için ikna etmeye çalışıyordu:

“Vallahi burası kadar güzel bir yer yok. Daha iki tane kardeşi gömdük, tez hemen gömdük gittiler abilerine kavuştular. Yani daha bir saat olmadı. Kendim gömdüm yani kardeş, Allah yolunda paramparça olmuşlardı. He vallah inşallah dua et belki bu gün belki yarın inşallah hem Abdurrahman hem gideriz inşallah. Allah inşallah bizi sadıklardan eyledi. Eğer gidersek biz boş bir şeye gitmeyeceğiz. Rabbimizin mazisine gidecez. Bunun sonu yok Yusuf. Dünya hayatı bir yere kadar vallahi göreceksin. Dünya hayatı bir yerden sonra hiç zevk vermiyor...”

Haberin Devamı

Bu telefon kaydı, emniyet tarafından mahkeme kararıyla yasal olarak dinleniyordu.

Sonra telefonlar değişti.

Dinleme kararları sonlandırıldı.

Türkiye’ye giriş-çıkışlar, memleketlerine dönüşler, evlerini aramalar, sosyal medya üzerinde haberleşmeler hepsi ama hepsi bitirildi.

Oysa başka dinleme kayıtlarında, IŞİD’e katılanların, “temel askeri eğitimden” sonra ailelerinin yanına uzunca bir süre gidebildikleri biliniyordu.

Oysa, bölgeyi bırakın, başkentteki gazeteciler bile aynı kişilerin durmadan IŞİD için Suriye’ye gidip geldiklerini biliyorlardı.

Mevsimlik işçi gibi, belli mevsimleri ailelerinin yanında geçirip, biraz para kazanmak biraz da “cennet” hayaliyle Rakka’ya gidip gelenlere ulaşmak o kadar da güç değildi.

Ulaşılmadı.

Önce Abdurrahman, sonra Yunus Emre Alagöz, cennet kapılarının açılacağı umuduyla, bütün bir ülkenin kapılarını cennete kapattı.

Cennet kapıları bu dünyada bir anlığına kapandığında, kötülüğün kazandığını zannederler.

Ama elbette öyle olmadı.

* * *

Oradaki genç avukat, hiç tanımadığı bir adamın başını ellerine almış, bilinci ambulans gelene kadar kapanmasın diye durmaksızın konuşuyordu, 10 dakika konuştuğu adam öldükten sonra günlerce uyuyamayacaktı.

Haberin Devamı

Daha 10 dakika önce yanlarındaki arkadaşlarını kaybetmiş gençler, gözleri yaşlı, alanda başka bomba olabileceğine bile aldırmadan, İnsan Hakları Vakfı ve Tabipler Birliği’nin doktorlarının koordinesinde elleriyle arkadaşlarından kalan parçaları topluyordu. Bulunacak kanıtlarla başka hayatlar kurtulabilirdi, dahası, bir sürü gözleri yaşlı çocuk, annelerini, babalarını, kardeşlerini içinde kendilerinden bir parça saklayan mezarda ziyaret edebilirdi.

Yerdeki insan parçaları, yerdeki bomba parçaları, yoldaki misket parçalarını zerre umursamayan, üzerine güya güvenlik bahanesiyle ezip geçen polisler tüm öfkeleriyle ölenleri hayatta kalanlardan ayırır gibi yaparken, üzerleri kan revan, paramparça çocuklar kanıtlar kaybolmasın diye nöbet tutuyor, alana atılan gaz bombalarına kafa tutuyor, ağlıyordu.

Zira herkes ağlıyordu, herkes hayatta kaldığına utanıyor, gelen telefonları mahcup, “Biz iyiyiz” diye açıyor, sonra yeniden ve yeniden ağlayıp neyi neresinden tutsam faydam olur diye koşuşturuyordu.

Haberin Devamı

Hastanedeki kimseyi tanımayan, oradaki insanlarla zerre ideolojik yakınlığı olmayan kadın, refakatçi kalacak, kan verecek, günleri geceleri orada geçirecek ve evine geçmeyecek bir kederle dönecekti.

Evine dönemeyeceklerin başında, sanki yalnız bırakmazsa geri döneceklermiş gibi bekleyen o yaşlı adam bağırıyordu:

“Onlar yaşasaydı da ben ölseydim, ben yaşamıştım yeterince.”

* * *

O esnada birileri, muazzam bir zekâ ve stratejik bakışla, bir başka katliamda ölenleri anmak için, “Bu meydan kanlı meydan” dizelerini yazan ve besteleyen Ruhi Su’nun türküsünde halay çeken gençlerin bombacıya mesaj verdiğini söyleyip, hâlâ mühim biriymiş gibi dolaşıyordu.

Bütün bunlar olurken birileri, bir maç öncesi bir dakikalık saygı duruşuna tahammül edemeyip, nefretini, linç ederken sarf ettiği kelimelerle bağırıyor, sonradan, “Aslında hepimizi bir tutmamak lazım” pişkinliğini gösterebileceğinden, o anki “birlik beraberlik” ruhuyla sarhoş oluyordu.

Bütün bunlar olurken birileri, bunca kötülüğü bunca zaman görmemenin de kötülük olduğunu bilmeksizin, “Biz ne zaman böyle olduk?” diye adaletin üzerini yalancı bir vicdanla örtmeye çalışıyor, “Hep böyleydik” diye on yıllardır ölenler, işkenceden geçirilenler, ailelerine yapılanlar anımsatıldığında “dönemin koşulları” diye açıklamak için çırpınıyordu.

* * *

Zira bir iktidar oyunu, bir ideolojik karmaşa, bir yaşam tahayyülünün ötesinde tüm bunlar.

İyilik ve kötülüğün kimliklerden, tariflerden uzak, zamansız, mekânsız çatışması.

Ve iyilik kazanacak.

Ankara Garı’nın o kanlı taşları, kan sıçramış ağaçların yaprakları, yarıda kalmış türküler ve gözyaşları şahittir iyilik daha orada kazandı.

Yarına, o katliamı ve kötülükleri anlatacak marşlar bırakarak.

İyilik ve kötülük