Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İki plastik terlik
Haberin Devamı

“Yüzüm gözükmesin” dedi. “Yüzüm gözükürse tanır, gelir, bulur beni.
Bu fotoğraf, o yüzden bu açıdan çekildi.
Yorgundu.
Deli gibi çalışmanın, deli gibi eğlenmenin, tatillere gitmenin, uzun yollardan dönüşlerin değil.
Yaşayamamanın yorgunluğu.
Yüzünün gözükmediği bu fotoğraf yeniden basıldı çünkü ölmesine rağmen “korkularından” kurtulamadı.
Geride bıraktığı küçük kızı nedeniyle yüzü hâlâ yasaklı.
G.B. ile Ankara’nın bir uzak semtinde, sıkça lağım sularının bastığı bir kazan dairesinden dönüştürülmüş küçücük bodrum katta tanıştık.
Yanında pırıl pırıl gözleriyle küçük kızı.
Girişte pazardan alındığı belli iki süslü terlik. Aynısı birbirinin. Biri kızı için.
Gazetelerde sıkça görülen “bir emsal kararın” bilinmeyen kahramanıydı. Babaları ölen kadınların bir bölümü, emekli maaşı alabilmek için kocalarından boşanıyor ancak birlikte yaşamaya devam ediyorlardı. SGK, baskınlarla boşanmanın doğruluğunu kontrol ediyordu.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu kontrollerden birinde G.B.’nin boşandığı kocasının evde olduğunun saptanması nedeniyle, maaşının kesilmesine, ödenen maaşların geri alınmasına karar vermişti.
G.B., o emsal kararın kahramanıydı işte.
“Yapan da yoksulluktan yapıyordur, dolandırıcılıktan değil” olmuştu ilk sözü tanıştığımızda.
“Ama benimki ondan da değil, doğru yakalandık ama korkudan sesimi çıkartamadım” diye ekleyerek.

Adım çıkmayacaksa anlatırım
“Adımı yazmazsan, yüzümü göstermezsen anlatırım” dedi. Sonra başladı.
Simitçiydi bazen kocası, bazen fırıncı, bazen işsiz.
Tanıştırılmışlardı. Seçme hakkı olmayan kadınlardandı. Bir hayata sahip olabilmek için tanıştırıldığı kişiyi beğenmekten başka seçeneği olmayanlardan.
Ailesinden birkaç itiraz gelse de evlendi.
Başta güzeldi. Küçük bir gecekonduda bir küçük kız doğurdu.
O küçük kız, dünyasıydı.
Sonra dayaklar başladı. “Sen de kadın mısın?” sözleri.
Dayaksız gecesi geçmiyordu.
Bir gece, itiraz edecek olduğunda, asmaya çalıştı kocası.
Bir keresinde bıçakla kovaladı.
Polise gitmeyi düşünse de korkusu ağır bastı, sustu, çocuğuna baktı.
Sonra kocası bir akşam, müjde gibi gelen sözleri söyledi:
“Başkasıyla yaşıyorum ben, ayrılalım.”
Anlaşmalı boşandılar.

Müfettiş baskını
Kızını yanına aldı. Arada gelip görüyordu eski kocası. Nafaka ödemiyordu.
Ölen babasının maaşı için başvurdu. 3 aylık maaşı ilk seferinde toplu aldı.
“İlk defa 3 bin lira gördüm hayatımda” diye anlatmıştı.
Kızını sakınmak istiyordu ama korku belasından gösteriyordu babasına.
Bazen aşırı alkollü, bazen fazla sinirli ve her seferinde korkutarak gelip, eve girip oturuyor, canı istediğinde kalkıp gidiyordu.
Bir seferinde, içeride otururken, SGK müfettişleri geldi.
Kredi kartlarının borcu için geldi sandı kocası. Kapıyı açtığında yalan söyledi. Raporlar tutuldu. G.B., müfettişlere göre, ölesiye kaçtığı kocasıyla yaşıyordu.
Hem maaşı kesildi, hem dolandırıcılık davası açıldı hakkında. Baronun tahsis ettiği avukat savundu G.B.’yi.
Her seferinde avukata, “Ölüyorum utancımdan” diyordu. Beraat etti.
Ama Yargıtay, alacak davasında devletin hiçbir koşulda haksız olamayacağına karar verdi.
Aldığı maaşları geri ödemesi gerekecekti.
Yeni maaş da verilmeyecekti.

Kanser çıkageldi
Davalar sürerken, dayanılmaz ağrıları nedeniyle hastaneye gitti. Kanserdi.
Yemek borusunun bir bölümü ve midesi alındı ama akciğerine de sıçramıştı.
Ailesi sahip çıktı, kısıtlı bütçeleriyle ev tuttular, kaymakamlıktan ayda 100 lira alıyordu. Tedavisi için de yeşil kart.
Çocuğunu ilkokula yazdırdı. Ah şu kanser de olmasaydı.
“Şimdi çok zayıfladım ama evliyken güzeldim ama yine de aşağılardı beni” diye anımsıyordu o yılları.
Yüzde 80 özürlü belgesi verdiler ameliyatlardan sonra, belki maaş bağlanır diyordu ki giderek kötüleşti.
Artık tanınmaz bir kadına dönüşmüştü.
Avukatı, er geç haklı çıkacağını ve parasını geri alacağını söylüyordu.
“Belki” diyordu, “belki TOKİ’den bir ev alırım kızıma” toplu parayla.
Alamadı.
Akrabalarının kucağında “çok korkuyorum” diye götürüldüğü hastanede, geçen mayıs ayında kaybetti hayatını.

Çilesi miras kalmasın diye
G.B.’yle tanıştığımızda, SGK’dan hakkını arayan hasta bir kadındı. Haberini yaptığımızda, SGK’dan bir kere daha dosyasına bakılacağı bildirilmişti.
Çok değil, birkaç ay geçti ki “öldü” haberi geldi.
Peki, “5 sene daha yaşarsam, sonra ne olacak hali” diye endişelendiği küçük kız.
“Ola ki bir maaş bağlanır, G.B.’nin akrabaları para verir” diye düşünen babası alıp götürmüştü annesi hastayken kendisine bakan, ailesi bildiği akrabalarının yanından.
Farklı bir kentte, tanımadığı insanların arasındaydı şimdi.
“Şimdi G.B.’yi tanırsa gazetede, göstermez çocuğu” dedikleri için yüzü hâlâ saklı G.B.’nin.
Çilesinin kızına miras kalmaması için.

Yaşamama günlüğü
Küçük, kilitli sandığından bir günlük çıktı.
Yaşamama günlüğü.
Yenilen dayakların, edilen küfürlerin, çaresizliğin günlüğü.
Yüzü yasaklı G.B. geçti dünyadan.
Evlendiğinde kapının önüne çıkması, boşandığında özgürce yaşaması yasaktı.
Haksızlığa uğrayıp, hak aradığında isminin yazılması, objektiflere bakması.
Öldüğünde tanınması yasaktı.
Bir adam, bir hayatın her yanını tutmuş, kapıları kapatmış, güneş sızmasını yasaklamıştı.
Raporlar üzerinden yükselen ve ne kadar adım atarsa atsın dünyanın da aynı hızda döndüğünü fark edemediğinden belki, hep aynı yerde sayan bir devlet o kapıları asma kilitlerle sağlamlaştırdı.
Birlikte yaşamak isteyen, korkulardan kaçan bir hasta kadın, bir küçük kız vardı.
Kapı eşiğindeki plastik, üzeri çiçekli, iki süslü terlikten teki kaldı.