Önce telefon açtı, Ali İsmail’in babasıyla birlikte. Oğlu açmayınca telefonu içi yandı. O sırada Ali İsmail, bilinci kapalı, ambulanstaydı. 10 saatlik yolu 6 saatte gitti aile, 38 günlük bekleyişi ve sonundaki acıyı henüz bilmiyorlardı.
Emel Korkmaz, hastaneyi ev yaptı... 38 gün sonra o haber geldiğinde, ömrünün bir kısmını bırakıp o hastanedeki sandalyelerde, geriye ne kaldığını da umursamadan hesap sormaya girişti...
Öldürmekle başlamaz ve bitmez adaletsizlik.
Cezasızlık, ödülüdür öldürenlerin.
Ve cenazeyle bitmez cezasızlığın kurbanlarının hikayesi.
Bazen cenazeyi çoraplarıyla teslim almaktır, bazen istediğin yere gömememek, bazen yıllarca evinin kontrol altında tutulmasıdır, bazen gözlerinin içine baka baka ceza vermemek.
Bazen hâkimin sanığa “İyi günler” dilediği bir duruşmadan eve dönüştür.
Bazen mezarlıktan eve dönememek.
Adaleti bulacağım diye yorulmaktan tutamazlar yaslarını.
Çok görülmüştür onlara; özlemenin, kapkaranlık yalnız başına özlemenin bir başınalığı.
***
Haziranın o sıcak günlerinde, Emel Korkmaz, kaygılı ama iyiydi.
Oğluyla konuşmuş, daha yeni Hatay’a gelen oğlunun okulunu bitirip, tatil için dönmesini bekliyordu ki Ali İsmail Eskişehir’de 2 Haziran gecesi Sanayi Sokak’a girdi.
Öldüren pusudan sonra daha birkaç saat önce konuştuğu, “Sokaklarda gençleri dövüyorlarmış” diye kaygısını anlatıp, “Size neden bir şey yapsınlar?” yanıtını alınca rahatladığı ağabeyi Gürkan Korkmaz’ı aradı.
Hastanedeydi.
Bütün yaşamı boyunca imrendiği avukat ağabeyi Gürkan Korkmaz endişelendi. Bütün gece aradı küçük kardeşini.
Sabah, Ali İsmail’in ev arkadaşları haber verdi.
“Sadece omzunda çatlak vardı, bir haftaya varmaz iyileşirdi.”
Ama çatlak, uçuruma dönüştü, Ali İsmail’in 19 yıllık ömrü tam oraya düştü.
Ertesi gün akşama doğru geldi Ali İsmail’in beyin kanaması haberi.
O saate kadar anne babasından gizleyen Gürkan Korkmaz, artık haber vermeliydi.
Ve böyle başladı Emel annenin adaletsizlik hikâyesi.
***
Önce telefon açtı, Ali İsmail’in babasıyla birlikte. Oğlu açmayınca telefonu içi yandı.
O sırada Ali İsmail, bilinci kapalı, ambulanstaydı.
10 saatlik yolu 6 saatte gitti aile, 38 günlük bekleyişi ve sonundaki acıyı henüz bilmiyorlardı.
Emel Korkmaz, hastaneyi ev yaptı.
İlk iki hafta, oğlu uyurken, sandalyeleri birleştirip orada yattı. Sonra nadiren birkaç saat Ali İsmail’in arkadaşlarının evinde.
Kimse dayanamazken Ali İsmail’in bilinçdışı hareketlerle kendine zarar vermemesi için eli kolu bağlı, o yataktaki hallerine, oğluyla her gün sohbet etti, duyar da ayağa çabuk kalkar diye.
Bazen, gözünü kırptığında ya da nabzı hızlı attığında, bazen parmakları oynadığında ya da soluğu biraz daha hızlandığında, kendinden emin, “Duyuyor ve anlıyor” derdi.
Ali İsmail, ikinci ameliyata alınıp, ayağa kalksa bile artık eskisi gibi olamayacağı söylendiğinde de vazgeçmedi.
Küçük oğlu iyileşecekti.
38 gün sonra o haber geldiğinde, ömrünün bir kısmını bırakıp o hastanedeki sandalyelerde, geriye ne kaldığını da umursamadan hesap sormaya girişti.
***
Hastane sürecinde daha bilmiyordu Ali İsmail’in başına gelenleri.
Polisin kaçırdığı, bilirkişideyken bir kez daha silinen görüntüler bulunup da bir cinayet ortaya çıkınca bütün çıplaklığıyla, Gürkan Korkmaz, yine ailesinden gizledi.
Ve açık açık anlattı, neden izlememeleri gerektiğini.
Ama bir gün, anne ve baba, gözlerini kaçıra kaçıra o görüntüleri bir haber bülteninde tesadüfen izledi.
Bu kadar aleni bir şiddetin uygulandığını bilmiyordu oğluna, öfkesi acısına, acısı öfkesine boğuldu, gözyaşları kalbini paramparça etti.
Bir yandan parçalara ayrılıyor, bir yandan binlerce evladının selamlarıyla güç doluyordu yüreği.
Oğlu için bestelenen marşı dinlemek için Fenerbahçe maçına gitti.
Maç izlemeyen, futbolla da çok ilgilenmeyen aileden Galatasaraylı Emel Korkmaz, giydi Fener formasını, oğlu için bestelenen marşa eşlik etti.
“Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya...”
Sadece marş söylemedi, her golde Ali İsmail kadar sevindi.
***
Duruşma, “güvensiz” bulunan ama bir sürü cinayet davasının “güvenli” olduğu için nakledildiği Eskişehir’den alınıp Kayseri’ye verildiğinde, Gürkan Korkmaz sevindi.
Belki Kayseri’ye gelmezdi annesi.
“Geleceğim” dedi Emel Korkmaz.
“Geleceğim ve hepsinin yüzlerini göreceğim.”
İlk duruşma öncesi, “Aliş’i de getireceğim” dediğinde anlamadı ailesi.
Ama sonra anladılar, x-ray’den geçirirlerken annesinin taşıdığı fotoğrafını adliye girişinde, Aliş’in de duruşmaya geldiğini.
Sanıklar, sokakta dövüp öldürdükleri kişinin Ali İsmail olmadığını söylediklerinde, fotoğrafı kaldırıp, hâkime, “İsterseniz karşılarında tutayım, tanısınlar” dedi.
Bazen salondakiler bağırınca susturdu, bazen uyardı, savunma yapılırken söz kesenleri.
İnanıyordu, adalet vardı, sorulacaktı Ali İsmail’in bedeli.
Karar çıktı, birkaç kez sordu oğluna o kararın gerçekliğini.
Tam olarak anlamamıştı; “İsterseniz eleştirebilirsiniz” diye söze başlayıp, yanlarında getirdikleri şemsiye ile salondan çıkan hâkimleri.
Anladı:
Yaşadıkça, bitirip de dönemeyecekti içine, bu büyük mücadeleyi.
Çıktı salondan, nefesini kesmiyor, acıtmıyordu gaz fişekleri.
***
Mahkeme, bir numaralı sanığa bile sadece 10 yıl hapis vererek herkesin televizyondan izlediği cinayetin davasını bitirdi.
“Dosyayı bilmiyorlar” denildi ama artık herkes ezberlemişti cezası verilmeyen işkenceyi, birden çok kişiyle öldürmeyi, kasten öldürmeyi ve öldüren o son tekmeyi.
Ve kemik kırığına yol açmamanın indirim nedeni olmasını, kravatın, önce öldürüp sonra delil karartanların iyi halli olmasına yettiğini.
“Keşke kurşunlasalardı” oğlumu demişti.
Oğlunun acı çekmeden ölmesi bile teselli nedeniydi ki cezasızlık kültürüyle tanıştı Emel Korkmaz, tek tek izledi olup bitenleri.
Öyle bir anlayıştı ki o ölmek yetmez, susmakla bitmezdi.
Sonunda ışığın olmadığı uzun bir yolculuktu, kaybettikçe daha çok yitirdiği Ali İsmail’i.