Darbelere yabancı olmayan Türkiye için bile, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından görülmemiş bir süreç yaşanmaya başlandı. Gözaltındakilerin sorgulanması, cezaevine konulması bile başlı başına bir sorun. Bütün bu koşullar yargısal önlemler alınmasını gerektiriyor
15 Temmuz darbe girişiminin ardından cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş bir süreç yaşanmaya başladı.
Darbelere hiç de yabancı olmayan Türkiye için bile bambaşka bir süreç yaşanıyor.
Sadece hükümeti devirmeyi değil bütünüyle rejimi de değiştirmeyi hedef alan, bunun için başkenti bombalamaktan, kendi halkına ateş açmaktan çekinmeyen bu yapıya yönelik adli ve idari süreçler büyük hızla başladı.
Bu süreçleri daha da hızlandırabilmek ve geri dönüşsüz uygulamalar yapabilmek için olağanüstü hal de ilan edildi.
Sadece birkaç gün içerisinde binlerce kişinin gözaltına alındığı, binlerce kişinin görevinden uzaklaştırıldığı bir süreçten söz ediyoruz. Gözaltına alınanların sorgulanması, mahkeme sorgularının yapılması, tutuklanmışsa cezaevine konulması süreçleri başlı başına bir problem. Anayasa’daki 4 günlük gözaltı süresi dün itibariyle doldu. Cezaevlerinde yer zaten yok. Bu adli işlemleri yapması gereken yargı teşkilatının neredeyse üçte biri cemaat yapısının içinde olmakla suçlanıyor.
Tarihin en büyük davası
Bütün bu koşullar yargısal önlemler alınmasını gerektiriyor. Hükümetin, kanun hükmünde kararnamelerle bu önlemleri alması, valilikler eliyle de gündelik işlemleri yürütmesi bekleniyor.
Yargılama süreçlerinde öncelikle alınması beklenen bazı önlemler şöyle:
- Gözaltı süreleri uzatılacak. Mevcut hakim ve savcıların 4 günlük gözaltı süresi içinde işlemleri bitirebilmesi mümkün gözükmüyordu. Nitekim, aile mahkemesi, iş mahkemesi hakimleri bile sorgulara katılacak duruma gelmesine rağmen adli işlemler yetişmedi. Bu nedenle gözaltı süresinin iki katına hatta daha da fazla artırılması bekleniyor.
- Açılacak davanın cumhuriyet tarihindeki en büyük dava olması bekleniyor. 12 Eylül sürecinde de çok sanıklı, büyük davalar açıldı. Ancak bu davalar “MHP Ana Davası”, “Dev-Yol Ana davası” gibi farklı isimler altında, birbirleriyle birleştirilmeden yürütülen davalardı. Bu kez, Fetullahçı yapılanmanın bütün unsurlarını kapsayacak bir dava açılması gündemde. Bu yargılamanın hızla bitirilmesi amaçlanıyor. Bu nedenle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun iki heyet halinde de çalışabilecek bir mahkeme ihdas edebileceği belirtiliyor. Bu durumda, Ankara Sincan’da özel bir mahkeme inşasının da gündeme gelebileceği ifade ediliyor. Davanın yan davaları ise ilgili illerde görülecek. Çok sanıklı olabilecek bu davalar için de HSYK’nın özel önlemler alacağı ifade ediliyor.
- Gözaltıların başlamasının ardından Adalet Bakanlığı, Sincan Cezaevi Kampüsü içindeki T Tipi cezaevinin şüphelilerin gözetim altında tutulması için boşaltılmasına karar verdi. Ancak daha sonra gözaltılar için spor salonları kullanılmaya başlandı ve T tipi cezaevi tutuklamalar için boşaltılmaya başlandı. Bakanlığın gündeminde bu cezaevinin kapasitesini artırmak ve tutuklananların tamamını burada toplamak var. Böylece yargılama sürecinde de sanıkların kolayca mahkemeye getirilip götürülebileceği düşünülüyor. Koşullara göre, kampüs içerisinde T Tipi’ne benzer yeni bir kompleksin hızla yapılması da gündemde. T Tipi Cezaevi’nde 8 kişilik 72 oda, 3 kişilik 8 oda, 1 kişilik 16 oda bulunuyor. Mevcut kapasite ise 616 kişilik. 3 ve 8 kişilik odalar dubleks. Tek kişilik odalar 12 metrekare.
‘İştirakle’ bağlantı
- Darbeye kalkışan askerlerle birlikte çok sayıda öğretim üyesi, yargıç, avukat, öğretmen ve polis de gözaltında. Bunların bir bölümü tutuklandı. Merak edilen soru ise darbeye kalkışanlarla, cemaat üyesi olduğu gerekçesiyle yakalanan bu isimler arasında nasıl bağlantı kurulacağı. Suçüstü hali söz konusu değilse hemen gözaltına alınması mümkün olmayan yargıçlar yakalanırken, savcılıklar, “suça iştirak” gerekçesini gösterdi. Konuştuğumuz kaynaklar da darbeye kalkışanlar dışında yakalananların bir bölümünün, “Darbenin yargı ayağı, darbenin kolluk gücü ayağı, darbenin bürokrasi ayağı” olduğu iddiasıyla yargılanacağını, bir bölümünün ise ana dava dosyasından ayrılarak, “örgüt üyeliği” ile yargılanabileceği görüşünü iletiyor.
- Önümüzdeki süreçle ilgili merak edilen bir diğer başlık OHAL süresince çıkartılacak KHK’larla ilgili yargısal süreçlerin nasıl olacağı. Anayasaya göre çıkartılan KHK’lar Anayasa Mahkemesi denetimine tabi değil. Ancak özellikle Güneydoğu’daki OHAL devam ederken çıkartılan bazı KHK’larla ilgili ulusal ve uluslararası yargı kararıyla oluşmuş içtihatlar söz konusu. TBMM İç Tüzüğü’ne göre KHK’ların TBMM onayından da geçmesi gerekiyor. Anayasa Mahkemesi’nin, TBMM onayından geçen KHK’ların kanun gibi ele alınabileceğine yönelik kararları mevcut. Ancak bütün bunlar önümüzdeki süreçte yeniden masaya yatırılacak. KHK’ların TBMM onayı dışında bir denetim sürecinin olup olamayacağını yeni yargı kararları belirleyecek.
AİHS askıya alınabiliyor
- Dün çok tartışılan başlıklardan biri de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) askıya alınmasıydı. Bunun hükümetin aksi beyanlarına rağmen demokratik hakları çiğner nitelikte bir adım olduğu yorumları yapıldı. Ancak sözleşmenin askıya alınması aslında sözleşmenin 15. maddesinin gereği. AİHS’nin 15. maddesinde “savaş veya bir ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike varsa sözleşmenin tarafı ülke, durumun gerektirdiği ölçüde, uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere de ters düşmemek koşuluyla” sözleşmeyi askıya alabiliyor.
AİHS’ye göre, sözleşmenin askıya alındığının ve bu yeniden geçerli olacağı sürenin Avrupa Konseyi’ne bildirilmesi gerekiyor. Sözleşmenin askıya alınabilmesi kuralının istisnaları da var. Yani bu kurallar açısından sözleşme askıya alınamıyor. Bunlar; “idam cezası, çatışma dışı infaz tipi öldürmeler, orantısız öldürme fiilleri, işkence ve kötü muamele.” AİHM ise sözleşmenin askıya alındığı süreçlerde başvuruya kapalı değil.