Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Bak bebekler ölüyor”, “Bak orada bir anne çocuğunun ölüsü kokmasın diye suyun bulunmadığı yerde buz bulup çocuğunun bedenine sürüyor” dediğinde birileri sesler yükseliyor... Kendisini “yasa dışı” olarak tanımlamış örgütlere değil devlete söz söyleyen ‘terörist’ ilan ediliyor...

Milliyet

4 Eylül’de başlayan sokağa çıkma yasağının dün sona erdiği Cizre’de geriye yüreği yanan analar, gözü yaşlı çocuklar ve harabeye dönen sokaklar kaldı.

Beyaz ve plakasız araba, 40 yıldır gittiği ve hiç ayrılmadığı yolda aynı hızda gidiyordu.
Simgeleşmiş markalarla yapılan hizmetlerin yüzü suyu hürmetine alınmış daha konforlu, klimalı, çok daha hızlı ama yine beyaz ve yine plakasız.
Yolunun kesilmeyeceğinden emin, “ama” ile başlayan cümleler ve sloganların koruyucu örtüsünün güveniyle gidiyordu.
Yollar sarı ve sıcaktı.
Uzaktan; kutsanmış ve suçlanmış ve sonradan kapısı hiç çalınmayacak evlerden ağıtlar yükseliyordu.
***
Toplumsal sözleşmeye bağlılık bekleyen devletin sözleşmeye uyması esastır. Ama işte bedenin ve zihnin sahibi sandığında devlet kendisini öyle olmuyor.
“Bak bebekler ölüyor”, “Bak orada bir anne çocuğunun ölüsü kokmasın diye suyun bulunmadığı yerde buz bulup çocuğunun bedenine sürüyor, bak bir anne beyaz bayrakla çocuğunu defnetmeye çalışıyor”, “Bak orada cami çıkışında ayağından kurşun giren bir amca doktora götürülemediği için bacağından oluyor”, “Bak orada herkesin tanıdığı bakkal, dükkânının önünde vurulup terörist ilan ediliyor” dediğinde birileri sesler yükseliyor:
Kendisini “yasa dışı” olarak tanımlamış ve sonuçlarına katlanacağını beyan etmiş örgütlere değil de devlete söz söyleyen “terörist” ilan ediliyor, döven, yakıp yıkan, linç edip, büst öptürüp soruşturma bile geçirmeyenler ise hassas kahraman. Toplumsal sözleşmenin sahibinin güzel evlatları engellenmiyor, tutuklanmıyor, bir söz söyleyen kadar olsun ceza almıyor.
***
Diyarbakır Sur Belediyesi Eşbaşkanı Fatma Şık Barut’un evi 19 Ağustos’ta basıldı.
Sonrası Diyarbakır’da değil, nedeni bilinmez biçimde Ankara Sincan Cezaevi’nde tutulan Barut’un Diyarbakır Başsavcılığı’na gönderdiği dilekçesinden gelsin: “TEM’de nezarethaneye atıldık. Dosyada belge yoktu, ikinci gün, avukatıma suçlandığım basın açıklaması görüntüleri verildi. 4. gün savcılığa çıkartıldık. Sur ilçesinin karışık olmasından dolayı kaymakamın bizi basın açıklamasına gönderdiğini, ortalığı sakinleştirmemizi yoksa müdahale edileceğini söylediğini anlattım. Ama TCK’nın 302. maddesinden mahkemeye sevk edildik. Mahkemede, silahlı, TEM’de ya da dışarıda görmediğim bir şahıs vardı. Diğer polisler silahlarını dışarıda bırakıyorlardı. Bu şahıs silahlıydı ve hâkimin sağ tarafında bir sandalyede oturuyordu. Hâkim baskı altındaydı. Sonuçta tutuklama kararı çıktı. Avukatlarımız ‘Diyarbakır E Tipi’ne sevkiniz yapılacak, ziyarete geleceğiz’ diyerek gittiler. Gece 02.00’de mahkemeden yeniden TEM’e götürüldük. Bahçede beyaz ve plakasız 4x4 bir araç ve plakasız zırhlı bir araç vardı. ‘Neden plakasız?’ diye sorduğumda, ‘soru sorma’ diye terslediler. Yola çıktık. Şehir dışına çıktığımızı görünce sevkimi sorduğumda terslediler.
***
Osmaniye şehir merkezine geldik. Şehrin içinde arabalar turladı. Sonra Polisevi’ne gidip kahvaltı yaptılar. Biz açtık, aç bıraktılar. Plakasız araçtan inen şahıs, mahkemede gördüğüm şahıstı. Lavaboya gittiğim sırada, içlerinden biri, ‘Size gününüzü göstereceğiz’ dedi. Duymazlıktan geldim. Nereye gittiğimizi hâlâ bilmiyorduk. Yeniden arabaya bindik. Saatler sonra Kırıkkale’ye geldik. Tutuklanan erkek arkadaşları burada cezaevine götürdüler. Bizi yine tuttular. ‘Nereye gidiyoruz?’ dediğimizde, ‘Kesin lan sesinizi!’ yanıtını aldık. Kırıkkale’de akşam yemeklerini yediler. Yine saatlerce araçta bekletildik ve yine yemek vermediler. Sincan Cezaevi’ne gece 01.00 sıralarında geldik. Jandarma, ‘Çıplak arama yapacağız, kimse itiraz etmesin’ dedi. Detaylı çıplak aramadan sonra koğuşa alındık. Cezaevine gelene kadar toplamda gözaltında 6 gün geçirmiştik. Biz gerçekten vatanı bölen kişiler olabilir miyiz, plakasız araçlarla Sincan’a getirilmemiz suç değil mi, Diyarbakır Cezaevi’nde yer varken Ankara’ya gönderilmemiz hangi vicdana sığıyor? Bizim hukukumuzu koruyan birileri var mı? 24 saat aç susuz, avukatlara bilgi verilmeden bizi gezdirenlerden hesap sorulacak mı? Bağımsız, vicdanlı ve adaletli davranabilen savcı ve hâkimlerin olduğunu varsayarak bu dilekçeyi kaleme aldım.”
***
Adalet ile eşitlik arasında vicdan gerektirmeyen bir bağ var.
İnsanlar ve çocuklar var yarını başka görmek isteyen.