Yüksek Mahkeme’nin sessizliğiyle ilgili olarak kulislerde yapılan yorumlar malum. Elbette tüm bunların yanıtı “Yargının işine karışılmaz, yanlış biliyorsunuz vs.” olacaktır.
Ergenekon’un ilk günlerinden bu yana aynı refleksle davranan, son noktaya kadar gelişmeleri izleyerek günü geçiren Anayasa Mahkemesi de bütün herkes gibi OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu’nu bekliyor.
"Ana” kelimesinin, “temel, esas” anlamına gelmesinin sebebi “anne” kelimesinin içerdiği mana.
Ülkeyi bir arada tutmaya yönelik asıl toplumsal sözleşmenin adına “anayasa” denilmesi de doğal olarak kelimenin bu kaynaktan gelmesinden.
Ve o anayasanın uygulanmasını denetlemek üzere kurulan mahkemenin, Anayasa Mahkemesi olarak adlandırılması da yine “ana” kelimesinin etimolojik anlamıyla ilgili aslında.
Bu anlam kadına biçilen rollerden gelmiyor.
Kadının ilk günden bu yana doğayı, yaşamı var eden, düzenleyen, o doğayla barışık ve doğayla birlikte üreten kimliğinden kaynaklanıyor.
İşte o yüzden, diğer tüm mahkemelerden farklı olarak, anayasa mahkemelerinden kuruluş amacına da uygun biçimde, toplumsal sözleşmenin taraflarını sözleşmeye uygun davranmaları konusunda düzenlemesi, o sözleşmeden özgürlük ve yaşam alanları üretmesi, sözünü tutmayanı uyarması, güçsüzü güçlüye karşı koruması bekleniyor.
***
Anayasa Mahkemesi, malum, atfedilen diğer görevlerini de bir yana bırakarak, uzunca bir süre memleketin siyasi yaşamının belirleyicisi oldu.
Kurulmasından itibaren 24 parti kapattı.
Bunların büyük bölümü ya Milli Görüş geleneğinden geliyordu ya da bugün HDP’nin doldurduğu HEP-DEP çizgisinden doğan partilerdi.
O dönem, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kimi kararlarına atıf yapılarak, kimi yorumları Türkiye çizgisine uyarlanarak bu kararlar açıklanmaya çalışıldı.
Zaten devlet ana damarlarından kılcal damarlarına kadar o kararları destekliyordu.
Ara sıra özgürlük alanını genişleten kararlar verse de memleketin hava kanallarının açılabileceği her dosyada, Anayasa Mahkemesi “Bu kadar hava yeter” diyordu.
Özgürlükleri sadece kendisi için isteme hastalığının sirayet ettiği tüm zamanlarda, yapısı, üyeleri değişse de Anayasa Mahkemesi’nin tarihsel fonksiyonları değişmiyordu.
***
Anayasa Mahkemesi’nde gündeme alınması için beklenen bazı dosyalara bakalım:
l HDP eş başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması.
l Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin tutuklanması.
l TBMM tarafından kabul edilerek, kanunlaşan OHAL KHK’ları ile ilgili davalar.
l Erişime kapatılan Wikipedia’nın yaptığı başvuru.
l Gözaltı ve tutuklamalara ilişkin binlerce bireysel başvuru.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, 25 Nisan’daki konuşmasında, bireysel başvurular için, “Bunların büyük bir kısmını tutuklama tedbirlerine karşı yapılan başvurular oluşturmaktadır. Tutuklama tedbirinin OHAL kapsamında inceleme usulü ve yönteminin belirleneceği öncü dosyalardan birinin raportörlük düzeyindeki teknik çalışması bitmek üzere olup yakın zamanda bu konuda ilke kararı verilecektir. Öncü dosyaların karara bağlanmasından sonra başvuruların da karara bağlanması hedeflenmektedir” dedi.
Bu karardan da hâlâ ses yok.
***
Arslan, Meclis denetiminden geçmeyen KHK’larla ilgili olarak ilk inceleme yapma yetkisinin bile bulunmadığını kararlaştıran Anayasa Mahkemesi’nin KHK’ları hiçbir biçimde denetleyemeyeceğini söylemişti.
Buna karşılık yöneltilen, “KHK ile Anayasa Mahkemesi kapatılırsa ne yapılacak?” sorusuna yanıt yok.
Anayasa Mahkemesi’nin, 2003’te verdiği, KHK’ların sadece OHAL’in kapsamıyla ilgili çıkartılabileceği, kapsam dışında kalan düzenlemelerin inceleme konusu olabileceğine yönelik içtihat anımsatıldığında da bir yanıt verilmedi.
Milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile ilgili kararında, vekillerin tutukluluğu için “seçilme hakkı” kavramını özgürlükçü ve geniş biçimde yorumlayan AYM’nin, bugün o içtihat kararına bakarak dosyaları neden değerlendirmeye almadığı sorusu da yanıtsız.
Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin dosyasıyla ilgili başvuru numarasının bile neden aylarca verilmediği sorusunda olduğu gibi.
Aynı Anayasa Mahkemesi, dosyalara bakmadığı bu dönemde, kamuoyunun tanımadığı bir gazetecinin ertelenen cezasıyla ilgili davasında ise basın özgürlüğü konusunda şu yorumları yapıyor:
“Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Dahası, bir basın suçundan dolayı hapis cezası verilmesinin, gazetecinin ifade ve basın özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Böyle bir ceza ancak istisnai hallerde kabul edilebilir... Klasik hakaret davalarında oldukça ağır olan hapis cezasının kaçınılmaz olarak caydırıcı bir etki yarattığı kabul edilmelidir.”
Bu kapsama göre Ahmet Şık neden tutuklu, bunun da yanıtı yok.
***
Yüksek Mahkeme’nin sessizliğiyle ilgili olarak kulislerde yapılan yorumlar malum.
Elbette tüm bunların yanıtı “Yargının işine karışılmaz, yanlış biliyorsunuz vs.” olacaktır.
Ergenekon’un ilk günlerinden bu yana aynı refleksle davranan, son noktaya kadar gelişmeleri izleyerek günü geçiren Anayasa Mahkemesi de bütün herkes gibi OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu’nu bekliyor.
İhraç edilenler, idari de olsa en azından bir makam başvuruları inceleyecek diye çaresiz seviniyor.
Zira 15 Temmuz’dan bu yana yargı, üstelik kimin suçlu kimin suçsuz olduğunun belirlenmesi için en çok ihtiyaç olan bir süreçte sadece top çeviriyor.
AİHM de iş yükünden ürkerek yargısal hiçbir fonksiyonu olmayan komisyonu “iç hukuk yolu” sayıyor.
Normalleşememenin, adaletle ilgili bir filtrenin bulunmamasının merkezinde siyasetten çok, yargı duruyor.