Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert , Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan... Kim kimin ölümü için sokaktaydı ve kim kendisi için sokakta olanın ölümünü göremedi, fark etmiyordu... Öldüler, davalarında ne tarihlerin ne sanıkların isminin önemi var şimdi...
Kim öldürülmüştü önce ve nasıl, bir önemi yoktu.
Kim kimin ölümü için sokaktaydı ve kim kendisi için sokakta olanın ölümünü göremedi, fark etmiyordu.
Öylesine yerleşmiş, öylesine sıradan, öylesine haklı bulunarak yapılan işlerdi ki bir gün bunlara maruz kalma ihtimalleri olanlardan başka kimseye garip gelmiyordu.
Taziyelerin, haklılıkların, hikâyelerin yoktu.
***
Ethem Sarısülük, Ankara’da Kızılay’ın tam ortasında başından vuruldu.
Toplumsal olaylar için, taş ve sopa yediğinde nasıl davranacağı konusunda eğitilmiş ve bu nedenle devletten para kazanan polis, panik olmuştu.
Nasıl bir panikse, paniğe kapılmış arkadaşları, “Geri çekilin” emriyle kaçarken, son bir tekme vurabilmek için atılmış, arasında gayet büyük bir mesafe bulunan Ethem’i, binlerce kişinin tanıklığında başından vurmuştu.
Perukla geldi sanık ilk duruşmaya.
Peruğu düşürdüğünde Ethem’in ailesi, eksiksiz hepsi, kendilerini sanık sandalyesinde buldu.
Urfa’ya tayin edildi, peruksuz gelecekse şayet, duruşmalara gelmesine de gerek yoktu.
Birisinin başına birkaç metreden ateş etmenin ölümüne yol açabileceğini düşünmesi gerektiği belirtilerek, cezası “haksız tahrik altında ve olası kastla” öldürmekten 7 yıl 9 ay kesildi.
Kasten öldürmek de neydi?
Kasten öldürmek ancak sanık sandalyesinde bir üniforma oturmadığında geçerliydi.
Yetmedi, Emniyet Müdürlüğü, “Uyarı için ateş açtı” damgasını vurup, eksiksiz buldu disiplinini.
***
Mehmet Ayvalıtaş, İstanbul’da, Gezi eylemlerine destek için çıktı sokağa.
6 bini aşkın kişi, bir anda çıkıp, kapatmıştı trafiği yola.
3 kişi toplandığında, trafiği kesip, kuş uçurtmayan görevliler, nasılsa araçlara yol verdi.
Yol verdikleri o araç, kalabalığın içine tam gaz dalıp çarptı Ayvalıtaş’a.
Davasını açmadılar uzun süre.
Ailesine geldiler dört koldan “bayram harçlığı” teklifiyle.
İlk duruşmada, duruşma kapısı içeriden kilitlendi.
Dışarıda kalanlara ise “özlemişlerdir” denilerek gazla müdahale edildi.
Garipliklerle sürüyor dava hâlâ.
Fadime Ayvalıtaş da dayanamadı, 6 ay sonra bir sabah daha 46 yaşındayken gitti oğlunun yanına.
***
Ahmet Atakan, Gezi’de ölenlerin protestosu için Hatay’da hemen her gün sokağa çıktı.
Bir akşam, nasılsa, çatıdan düştü.
Alelacele, dengesini kaybedip düştüğü açıklandı.
Arkadaşlarına göre asıl neden çatıya sıkılan gaz bombalarıydı.
Sonra dengesini kaybeden Atakan’ın hiçbir hareketi olmadan, öyle vurulmuş gibi düştüğünü gösteren görüntüler ortaya çıktı.
Ve dengesini kaybettiği söylenen yerde bir gaz bombası.
15 ay geçti, ne sokakta görevli polislerden, ne gaz sıkanlardan, ne olan bitenden bir haber alınamadı.
Ne dava açılabildi, ne soruşturma kapandı.
Ama öldükten sonra bile Atakan’ın o günlerde sokağa çıktığı için aleyhinde açılmış 5 ayrı soruşturma vardı.
***
Abdullah Cömert de Hatay da sokaktaydı.
Bir gaz fişeği ile vuruldu, daha 22 yaşındaydı.
Gizlenen görüntüler aylar sonra açığa çıktı.
Sanık polis, gaz fişeğinin öldürücü olabileceğini bilmediğini anlattı, eğitimi bir yana, kapsüllerin üzerinde bile yazılıydı.
En az 90 metreden kullanılması gereken silahı, 36 metreden kullanmıştı.
Ama ne mesafe, ne silahı tutuş biçimi mesele değildi.
Kasten öldürmüş olamazdı.
Onun da “olası kast” nedeniyle açıldı davası.
Ve Hatay, güvenli sayılmazdı.
Ailenin, “Maddi durumumuz iyi değil, gidip gelemeyiz” isyanlarına rağmen Balıkesir’e taşındı dosyası.
Sanığın ise gelmesi gerekmezdi, ifadesi Mersin’den alındı.
Davanın ısrarlara rağmen dinlenmeyen tüm tanıklarının ifadelerinin alındığı yer ise nedense güvenli olmayan Hatay’dı.
***
Medeni Yıldırım, Gezi günlerinde, Lice’de kalekol yapımını protesto etmek için bölgeye gitti.
Sonradan ortaya çıkan görüntülere ve bilirkişi raporlarına göre hedef gözetilerek yapılan atışlarla can verdi.
Ölümünden hemen sonra gizlilik kararı konuldu dosyaya.
Hâlâ faili meçhul kurşunu sıkan, hâlâ sürüyor gizlilik kararı da.
Ölümün faili meçhul olmadığını gösterecek bütün kanıtlar ise nerede olduğu bilinmeyen, mühürlü bir kasada.
***
Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de pusuya düşürüldü bir ara sokakta.
Öldüren işkencenin görüntüleri çalındı, silindi değiştirildi.
Delil karartan polisler ise devlete göre hep iyi halliydi.
Eskişehir de Hatay gibi güvenli bulunmayınca dosyası Kayseri’ye nakledildi.
Sanık polis son duruşmada telekonferansla ifade verdi, tanıklar ise Eskişehir’de dinlendi.
Sanık polislerin geleceği, linç ekibi sivillerin kemik kırmaması, Ali İsmail’in hayatının bir değeri olmaması da ayrı ayrı indirim nedeniydi.
Yerde dayaktan kendinden geçmiş oturan bir çocuğa atılan son tekme de mahkemeye göre ne kasten öldürme ne de işkenceydi.
En yüksek ceza 10 yıl, en düşük ceza 3 yıl 4 ay olarak belirlendi.
***
Berkin Elvan, o sabah ekmek almaya gitti.
Uzun bir uykudan sonra soldu umudun çiçeği.
Savcılıktan, o bölgede görevli isimler istendiğinde, emniyetten, 1065 polisin ismi geldi.
Savcılık ısrar ettiğinde 275’inin o gün görevli olduğu bildirildi.
Kask numaraları ise gerekli görülmedi, gönderilmedi.
Görüntüler itinayla analiz edildi, Berkin’in sokakta olduğu dakikada, o bölgede kimlerin hangi yöne doğru ateş ettiği de tespit edildi ama o isimler hâlâ savcılığa gelmedi.
Berkin’den daha uzun bir uykuda dosyası şimdi.
***
Öldüler, davalarında ne tarihlerin ne sanıkların isminin önemi var şimdi. Kocaman bir ülkede, herkes biliyor artık saklanan, inanılan ve inanılmayan büyük gerçeği.
Ülkenin her yerinde 7 bölge, 4 mevsim, bütün o kocaman sözler ve yapılanlar büyük bir kandırmacaydı.
Ve Enver Gökçe’nin dizeleriyle;
“Gökler ışıyordu yer yer, ortalık ala şafaktı.”