Uzun bir vakittir fırsat olmuyor yaz akşamlarını konuşmaya. Çocuklar hissediyor artık karanlığı iliklerine kadar, ölüyorlar üstelik. Durmadan, ait olmadıkları mücadelelerin kurbanı olarak ölüyorlar...
15 Temmuz akşamı, daha ilk saatler.
İnsanlar bir yandan ne olup bittiğini anlamaya, bir yandan yakınlarının güvenliğini sağlamaya çalışıyor, diğer yandan ne yapacağını düşünüyor.
Sokağa çıkmaya hazırlananlar, darbeye inanmayanlar, inanmayanları inandırmaya çalışanlar.
Tarifi zor bir ülke burası.
Birçok kişinin yakını siyasetçi, yakını asker.
Telefonuna gidiyor eli yanımızdaki gencin sık sık.
Kardeşi, Ankara’nın merkezi kışlalarından birinde binbaşı.
Kuzeni ve ailesi, Ak Parti yöneticisi.
Hangisi nasıl bilmiyor.
Sonra mesaj göndermeye karar veriyor.
İki taraftan da neredeyse eşzamanlı geliyor yanıt.
“İyiyim.”
Kardeşinin sokağa çıkanlardan olmadığını öğreniyor, kuzeninin sokakta olduğunu.
***
“Erol Olçok ve oğlu köprüde vurulmuş.”
15 Temmuz gecesi, “Yok artık, askerler sivillere mi ateş açmış” şaşkınlığını henüz yaşarken geliyor haber, haber merkezlerine.
Kimsenin kolayca bilgileri doğrulatma şansı yok.
İnanmayan sorular:
“Büyük bir siyasi hareketin başarısında en büyük paya sahibi olan isimlerden birinin ne işi var tam da hedef alınabileceği yerde?”
“Darbeye karşı çıkmış, yolda bulmuşlar cenazesini, köprüde.”
Askerlerle konuşmak istemiş anlatılanlara göre, o sırada patlamış G3, daha 16 yaşındaki oğlu Abdullah da vurulurken kapanmış üzerine.
Belki de Olçok, o sırada oğlunu korumak için atılmış.
Kesin olan şu ki bu ülkenin askerinin kurşunu var ikisinin bedeninde de.
Anadolu’nun fakir çocuklarının hikâyesi bu.
Kimselerin birbirini anlamasına fırsat vermeyenlerin yazdığı bir hikâye.
Misal Erol Olçok işte.
Çorum Mecideyekavak köyünden, 5 çocuktan ikincisi, köyün üniversiteyi kazanabilen tek genci.
Köyde denkleştirilen otobüs parası, ilk kez geldiği İstanbul.
Çok merak ettiği ve bir gün canını vereceği boğaz.
Yolların kiminle, nasıl kesişeceğini nereden bilecekti ki?
Estetik ve Sanat Tarihi’ni bitirip, reklamcılık piyasasına girdi.
Askerlik, kurduğu ajans her zora düştüğünde girilen farklı işler.
1999’da DYP’nin kampanyası ve aynı yıl Abdullah Tayyip’in doğması.
Ve 2001’den sonra artık merkezinde olduğu Ak Parti yılları.
Partinin ismini, logosunu bulması, kampanyaları.
Üniversiteye hazırlanmasına daha 1 yıl bulunan oğluyla köprüye çıkması.
Beklenmez ya, askerin çıkanlara kurşun sıkması.
Konuşmak ve ikna etmek üzere hayatını kuran bir adamla gencecik oğlunun bambaşka bir dili konuşanlarca vurulması.
***
Ama köprüde bitmiyor sadece bu hikâye.
Tankları kovalıyor Romanlar da Kürtler de.
Selamsız’da mahalleye girdiğine bin pişman oluyor tanklar.
Taşlardan önünü göremiyor Cizre’de.
Ankara’da helikoptere taş atıyor çocuklar “bölücü” olarak fişlenen mahallede.
Kızılay’da tamamı doğarken “fişlenmiş” çocuklar, gittikleri kafelerden koşuyorlar tankların üzerine.
Sadece bir yerde başlamıyor ve bitmiyor hikâye.
Kötülükler anımsanıyor sık sık.
Anlam verilmeyen, neden olduğu anlaşılmayan kötülükler.
Konuşarak kurulabilecek, nedense hep bir şekilde yıkılan köprüler geliyor akla.
Gidilmesi gereken, çok uzun gidilmesi gereken yollar.
Hakikaten alınmak istenirse gidilmesi gereken çok yollar var.
3 kişi bir arada bulundukları için tutuklananlar, bildiri yazdıkları için tutuklananlar, dilini konuştuğu için tutuklananlar, dedesi “isyana” katıldığı için işe alınmayanlar, doğduğu yer nedeniyle dışlananlar, devletin göbeğinden uzak tutulmaya çalışan çok iyi çocuklar var.
Onlar orada dururken, sadece “selam” getirerek en iyi konumlarda ağırlananlar.
Ve bir de elbette garip insanların eline garipleri iten yoksulluk.
Ve belki bin kez aksi söylense de büyük siyasi analizlerde, insanın inanmak istediği bir fırsat var.
***
Belki şimdi biz, tam da bugünlerde, neden artık karpuzun eski tadının olmadığını konuşup, eski yazların hatıralarını canlandırmaya çalışıyor olmalıydık.
Uzun bir vakittir fırsat olmuyor yaz akşamlarını konuşmaya.
Belki 1990’larda çocuklara hissettirilmeyen herhangi karanlık bir günün yaz ikindilerinin serinliğini bile bu yüzden özlüyor insan.
Çocuklar hissediyor artık karanlığı iliklerine kadar, ölüyorlar üstelik.
Durmadan, ait olmadıkları mücadelelerin kurbanı olarak ölüyorlar.
Belki şimdi biz, siyah-beyaz bir televizyon ekranının önünde, dışarıda olan bitenden habersiz, evrenin tam da merkezinde, o yazın, eski yazlardan ne de sıcak olduğunu konuşuyor olmalıydık.
Ve bir kez olsun ferah ferah yapabiliriz belki de.
Tunca Bengin
İsrail teröründe neredesiniz?
23 Aralık 2024
Abdullah Karakuş
‘Benim teröristim iyi’ çıkmazı
23 Aralık 2024
Hakkı Öcal
Suriye’de barışı önlemenin yolu: YPG’yi korumak
23 Aralık 2024
Eren Aka
Belediyelerin borç tartışması bitmiyor!
23 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Yengeç | Jüpiter ile şans ve bolluk sizinle olacak
23 Aralık 2024