Kadın Cinayetleri’ni Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, kasım ayında 32 kadın cinayeti işlendi. 26 kadın, şüpheli şekilde ölü bulundu. Kimi boşanmak istemesi yüzünden, kimi ilişkiyi bitirmek. Kimi evlenmeyi reddetti. Yani kendi hayatlarına dair aldıkları karar öldürülme gerekçeleri oldu. 1 kadın bir başka kadının ölümüne tanık olduğu için, 1’i de para istediği bahanesiyle. Diğer 23 kadına biçilen ölümlerin bahaneleri ise tespit edilemedi. Bu bilinmezlik, kadın cinayetlerinin üzerindeki kara bir perde, şiddeti görünmez kılmaya çalışan. Hayatta kalabilen kadınların da sorunları bitmiyor. Bedeninden doğurganlığına, düşüncelerine kadar sürekli sorgulanma ve yargılanma hâlinde. O saatte orada o kıyafetle ne işi vardı sorusuna ve peşi sıra üretilen yargılara erkekler hiçbir zaman muhatap kalmazken, kadın sürekli bunlarla karşı karşıya.
Kadın kimliği eril iktidarların elinde görünürlüğünü giderek yitiriyor. Yaşananlar hızla normalleştiriliyor. Merkür Galeri’deki Gözde Baykara’nın “Yedi Ölümcül Günah” sergisi kadın kimliğini ve ‘görünmezlik’ sorununu sanat üzerinden tartışmaya açarak kabule zorlandığımız bu duruma feminist bir eleştiri getiriyor.
Sergide Hristiyanlıkta ölümcül olarak kabul edilen ve lanetlenen yedi günahtan yola çıkıyor sanatçı: Kibir, açgözlülük, öfke, kıskançlık, şehvet, oburluk ve tembellik. Eserlerin çoğunda ‘karga’larla karşılaşıyoruz. Zeki bir savunmacı kuş karga. Sevdiklerini korumak için elinden geleni yapan savaşçı bir cins. Kendisine yapılan iyiliği de kötülüğü de unutmuyor. Yer aldığı eserlerdeki kadınları koruyor. Her bir resimde kadın figürüne yakın konumlandırılıyor, ona bir zarar gelir endişesiyle sürekli tetikte bir görünüm sergiliyor. Kadını da en iyi zekâsı ve hafızası korur, kendisine yapılan sistematik kötülükleri unutmaması, normalleşmesine izin vermemesi.
Kibir günahıyla ilgili üç eserde de insanlara üstten bakışın, patolojik bir kendini beğenmenin anlamsızlığı vurgulanıyor. Esasında kimsenin kimseden üstün olmadığı… Kıskançlıkla ilgili resimde bir kadın ve yanında başına vahşi hayvan kafası yerleştirilmiş bir erkeğe rastlıyoruz. Sanatçı burada kadınları vahşice kaltledenlerin, insan psikolojisiyle açıklanamayacağına, tetikleyici gücün hayvansal bir içgüdü olduğuna dikkat çekiyor. Kadın ve erkek birbirlerini tutuyor eserde. Ama hangisi hangisini tutuyor, bu izleyicinin yorumuna bırakılmış.
Eserlerde göze çarpan bir diğer imge ise yumurta. Bir yandan doğurganlığı temsil ederken bir yandan kırılmış hâlleriyle sergideki ‘günah’ temasını vurguluyor. Bir diğer çalışmada tavşanlarıyla, oyuncaklarıyla oyun oynaması gereken yaşta katillerle mücadele etmek zorunda kalan bir kız çocuğunun öfkesini görüyoruz. Yüzündeki o keskin bakış, insanı olduğu yere mıhlıyor.
Sanatçı sergideki tüm eserlerinde, eril bakışın işin içinden sıyrılmak için her şeyden sorumlu tuttuğu, suçladığı kadını yedi ölümcül günahla ilişkilendirerek zekice bir ironi sunuyor. Kadının işlediği (!) günahlar kadar ona karşı erkek eliyle işlenen günahlar da var bu sergide. O erkekler resimlerde görünmeseler de hafıza odalarımızdan çıkıp ifşa oluyorlar. Kadın ise örtülmeye çalışan görünürlüğüyle onlara meydan okuyor.
İçinden geçtiğimiz şiddet zamanlarında böyle eserleri görmek, bu eserlere galerilerde yer vermek çok kıymetli. Sanatla mı çözeceğiz bu sorunu? Küçük kız çocuklarının öldürülüp dere kenarlarına gömüldüğü, kadınların kafasının kesilip surlardan atıldığı bir dönemde, ‘Fazla nahif fazla romantik’ diye bakanlar olacaktır. Tam tersi, fazlasıyla gerçekçi. Kadın, kararlarına daha çok sahip çıkarak, görünürlüğünü cesurca ortaya koyarak, bu konularda farkındalığını artırarak güçlenir. Eril gücün bize faydası yok. Güçlü kadınlar hemcinslerini de güçlü kılar.
İyi pazarlar.