Hiç unutmam 1982’nin ağustos ayıydı. Nasıl sıcak. Eve kuzenim Faruk Abi geldi heyecanla. “Çabuk çabuk, teybi getir” dedi. Getirdim. Dumanı üstünde tüten “Firuze” kasetinizi taktı. Dinlemeye başladık. Kaset bitene kadar yerimden kalkamadım. Sesiniz ilk o gün girdi hayatıma Sezen Hanım, bir daha da çıkmadı. O gün 11 yaşındaydım, yani düz hesap tam 40 yıllık hatrınız var bende. 40 yıllık arkadaşlığımız.
Çocuğun vicdan ve değerler sisteminin geliştiği yaşlar onlar. O yıllarda benim harcımda şarkılarınız var. Bütün o şarkıların hayatıma kattığı değerler, o yaşlarda adını koyamadığım sezgiler şeklinde yeşerip her yeni albümde sesiniz, sözleriniz ve müziğinizle dallanıp budaklandı. O yüzden Sezen Hanım, Sezen Aksu’yla büyüyen çocuklar hiç farkına varmadan paha biçilmez bir değerler sistemi eğitiminden geçerler.
Derken ergenlik geldi. Alev almış hâlde. “Sen Ağlama”nın çıktığı yıl. Kimse beni anlamıyor. Üzgünüm, öfkeliyim, odamdan çıkasım yok. Bana iyi gelen tek şey sizin “Sen Ağlama” diyen sesiniz. O an tek ihtiyacım, birinin ergenlik sancılarımı, durup durup sicim gibi akan gözyaşlarımı anlaması. “Sen Ağlama”nın bana yaptığı buydu. O yılların yükünü bu şarkı taşıdı Sezen Hanım. Sonradan “Sen Ağlama” diyenin ben olduğum zamanlar, ruhu malullere gösterdiğim şefkat “Sen Ağlama”dan mamuldü.
Boyumdan büyük acılarla sınandığım zamanlarda dualarıma kardeş oldu şarkılarınız. Babam beyin kanaması geçirdiğinde misal. Hastanenin arka bahçesindeki kırmızı banka oturup içimden babamın sesini taklit ederek ona “Hadi yüreğim ha gayret, hele sıkı dur hele sabret, başını eğme dik tut, bu bir rüyaydı farz et” dedirttim günlerce. 1995’te 23 yaşımda Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde öğretmenlik yaptığım dönem geceleri dağdan gelen silah sesleriyle korku içinde uyumaya çalışırken “Bu da gelir bu da geçer” çalıyordu kalbimdeki pikapta; yine ettiğim dualara karışıyordu sesiniz.
Ülkeye terapi yaptınız
Aşk konusunu atlayamam. “Keskin Bıçak” mesailerimdeki en yakın arkadaşım yine sesiniz, sözünüz, müziğinizdi. Arabamda sesi sonuna dek açıp İstanbul sokaklarına acımı haykırırken “Ama benim ciğerim yanar” diye bana yaşattığınız katarsisti. Ruhumu o acıdan arındıran sesiniz. Siz koca bir ülkeye terapi yaptınız aslında. Terapide terapist hastanın anlattıklarının izini sürüp dedektif gibi, anlatamadıklarını ortaya çıkarır ve onlar çıkmadan iyileşme olmaz ya şarkılarınız da bunu yapıyordu. Bizim ifade edemediklerimizi bulup çıkarıyordunuz taa en derinimizdeki kuytulardan. Kız kardeşlerimiz bizim nesil için “Ablam aşktan öldü” demeyecekse yarın, aynadan geçerken aldığımız yaralara Lokman hekimlik yapan sesinizdendir.
Siz Türkiye’nin hüzünlerle dolu tarihinde kendi döneminize denk düşenler için tuttuğunuz yası şarkılarınız üzerinden paylaştınız bizimle. Birlikte ağladık, birlikte güldük. Şarkılarınızla sunduğunuz sevinci kardeş payı yaptınız aramızda. Siz bu topraklarda yaşayan herkesi birbirine arkadaş kıldınız. Konserlerinizi “Arkadaş” şarkısıyla bitirip kulise girdiğinizde, biz arkadaşlar mutluluk içinde kalplerimiz el ele gülümseyerek döndük evlerimize.
Bu arada biz hiçbir zaman Sezen Aksu şarkılarıyla sadece efkar dağıtan gamzedeler olmadık. “Yaşasın hayat. Budur manifesto!” dedirten şarkılarınızın sefasını da sürdük. Sizin çocuklar gibi şen kılan oyun bahçenizde, birbirinden matrak şarkılarınızla güldük eğlendik, çakkıdı çakkıdı oynadık, yandan çarklı Ada vapurlarında içimiz içimize sığmayarak martılarla birlikte simit yedik, “Hey seni yerler, yerler” diye laf attık mahallenin delikanlılarına, yetim kirazlarımızda gönül çelen gülümsemelerle “Onu alma beni al” dedik. Hangi çılgınlığımızı anlatayım hangi tatlı deliliğimizi? O kadar çok ki…
Tüm bu şarkılarla Minik Serçe olarak başladığınız sanat hayatınızda Zümrüd-ü Anka’ya dönüştünüz Sezen Hanım. Kaf Dağı’nın tepesinde, Bilgi Ağacı’nın dallarında her defasında küllerinizden yeniden doğarken, biz arkadaşlarınızın kurtarıcısı oldunuz. Sizin izinizi sürerken Aşk denizinden geçtik, Ayrılık vadisinde yükseklik korkumuzu yenerek uçtuk, Hırs Ovası’nın zorlu yollarını aştık. Ve sonunda siz bize kurtarıcının kendimiz olduğunu gösterdiniz. Yolculuk sırasında “Bu kızı yeniden büyütmeliyim”i fısıldadınız kulaklarımıza. Yıldızlardan uzakken kendimize, şarkılarınızın rehberliğinde yakınlaştık, dost olduk.
Hayat böyle böyle devam ederken bir 13 Temmuz günü hayatımıza hediye gibi gelen siz, dün 70 yaşına girdiniz Sezen Hanım. Yeni yaşınızda hayatıma kattığınız tüm güzellikler için bir kez daha teşekkür ederim. Size yakışmayacak yaş bilmiyorum ben. 70 de sizdeki aksine hayran kalacak eminim. Ama ben yine de dileklerimi sıralayayım: Şahane bir yaş olsun. İçinde sağlık olsun, mutluluk olsun, huzur olsun. Şifalı şarkılar olsun. Elbette aşk olsun. Bir daha hiç sahneye çıkmayacaksanız da canınız sağ olsun. Değil mi ki usul usul hasret çekmenin adabını da sizden öğrendik. Siz iyi olun yeter. Ömür boyu birlikte yürümeye yıllar önce kavli karar ettik biz. O zaman daha nice yaşlara: “Ortak olmak her sevince, her derde, kedere / Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele”.