Hukuk devleti hukukun üstünlüğü ilkesine dayanır. Bu ilkenin yaşama geçirilmesi için ise yargının tam bağımsız olması zorunludur. Yargının bağımsız olmadığı bir sistemde hukukun üstünlüğünden, dolayısıyla, hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin amacı da budur. Ancak Türk yargı sistemi ile yürütme organı arasındaki ilişkiler yargı bağımsızlığını gölgeler niteliktedir.
Nitekim, yaşadığımız son tartışmalar ışığında Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, “Yargı bağımsız değil” diyerek, bu tartışmalara noktayı koymuş oldu. Yüksek yargı organının başkanı yargı bağımsız değil diye şikâyet ediyorsa sistemde ciddi bir sakatlık bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Gerçeker’in saptaması
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, önceki gün Star TV’de Murat Çelik’in sorularını yanıtlarken yargı bağımsızlığı konusundaki görüşünü şöyle açıkladı:
“Yüksek mahkemeler tamamen bağımsız, ona söyleyecek sözümüz yok. Ama adliyeler ve ilk derece mahkemelere geldiğimiz zaman tam bağımsız olduğunu söylemek mümkün değil.”
Gerçeker, ayrıca Teftiş Kurulu’nun Adalet Bakanlığı’na bağlı olmasının da yargı bağımsızlığını gölgelediğini şöyle ifade etti:
“Teftiş Kurulu Adalet Bakanlığı’na bağlı, soruşturma izni veren Adalet Bakanlığı. O zaman yargının tam bağımsız olduğundan nasıl bahsedeceğiz? Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerin mahkemeden karar alarak iletişimin dinlenmesi yoluna gitmesi yargı bağımsızlığıyla bağdaşmıyor.”
Gerçeker’in bu saptaması son tartışmalar içinde en çok yer tutan konuydu. Adalet müfettişlerinin Adalet Bakanı veya yerine hareket eden bakanlık yetkilisinden onay alarak hâkimler ve savcılar hakkında telefon dinleme talebinde bulunma yetkileri, tartışmanın odağını oluşturuyor.
Siyasi otoriteye bağlı onaya dayalı bir soruşturmanın yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığı açık. Nitekim, bu mekanizmayla Adalet Bakanı ve müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi olmaları yargı üzerinde siyasetin gölgesi olarak görülüyor.
Yargı bağımsızlığının sağlanması için hâkim ve savcıların denetimi HSYK’ya bağlı hale getirilmeli. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, hazırladığı yargı reformunun bu düzenlemeyi öngördüğünü açıklamıştı.
Yaşadığımız son tartışmalar da gösteriyor ki, bu düzenlemenin bir an önce yasalaştırılması gerekli. Reform taslağı öngörmüyor ama Adalet Bakanı ve müsteşarının da HSYK üyeliğinden çıkarılmaları yargı bağımsızlığını güçlendirecek bir yöntem olarak görülmelidir.
Hâkim ve savcıların dinlenmesi
Demokratik hukuk devletlerinde her türlü eylem ve işlem yargı denetimine tabidir. Yargı, kararı veren son mercidir. Öyle olduğu için de yargıç ve savcıların hiçbir baskı altında kalmadan hukuka, kanunlara ve vicdanlarına göre karar vermelerini sağlayacak bir konumda olmaları gerekir. Hal böyleyken yargıç ve savcıların telefonlarının bir şikâyet üzerine kolayca dinlemeye alınması hukuk devleti ilkesi bakımından izahı zor bir durumdur. Kaldı ki telefon dinlemeyle ilgili yasa maddesi ortada kuvvetli bir şüphe olması ve delil toplamanın başka bir yolla mümkün olmaması halinde telefonların dinlenebileceğini hükme bağlıyor. Buna karşın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in telefonunun dinlenmesi çok çarpıcı bir örnektir. Dinleme sonucunda soruşturmayı gerektirecek bir bulguya ulaşılmadığı anlaşılmış olmasına rağmen durumun Başsavcı’ya bildirilmesi ancak konunun kamuoyuna yansımasından sonra mümkün olmuştur.
Yargıtay Başkanı Gerçeker, Başsavcı’nın dinlenilmesi olayına da dikkati çekti. Gerçeker’in şu sözlerinin üzerinde durulması gerekir:
“Şimdi sizin bir hâkimi, bir vilayetin savcısını çok önemli bir davanın başındaki savcıyı (İstanbul Başsavcısı Engin’i kastediyor) dinlemeniz gerekiyorsa onunla ilgili çok esaslı iddiaların, delillerin, şüphelerin olması gerekiyor. Şimdi bunların olmadığı ortaya çıkıyor. Bunlar olmadığı zaman insanların kafasında bu iletişimin dinlenmesi kararıyla ilgili soru işaretleri oluşuyor.”
Yargıtay Başkanı Gerçeker’in yaptığı değerlendirmeler hem siyasi otorite hem de hâkim ve savcılar tarafından dikkate alınmalıdır.