Depremler “kolon” gerçeğini gözler önüne serdi. Taşıyıcı kolonları sağlam olmayan binalar yıkılıyor.
Devletler de öyle. Taşıyıcı kolonları hasar görenler ayakta durmakta zorlanıyor. Acaba Türkiye’nin taşıyıcı kolonları ne durumda? Acaba bunu ölçecek bir teknoloji var mı?
Kolon hasarı
Türkiye Cumhuriyeti’nin üç kolon üzerinde inşa edildiğini biliyoruz:
Laik devlet, üniter devlet ve ulus devlet kolonları.
Uzun süreden beri kolonlar kesilmeye çalışılıyor. Hasar olduğu da muhakkak ama hasar tespiti yapılmış değil.
Ulus devlet kolonuna vurulan her darbe üniter devlet kolonunu da zayıflatıyor. Ulusal birlik hedefte.
Türkiye 30 yıla yakın süredir teröre dayalı ayrılıkçı bir hareketle karşı karşıya. Karşı ulus süreciyle, tek uluslu değil iki uluslu bir devlete dönüştürülmeye çalışılıyor. Sorunun bireysel hak ve özgürlükler, anadilin, kültürün yaşanması, yaşatılmasıyla sınırlı olmadığı çoktan anlaşıldı. Bu yönde atılan hiçbir adımın terörü ve siyasi talepleri bitirmemiş olması da bunu gösteriyor.
Kültürel farklılıklar bir bütünü zenginleştirmenin değil, ayrıştırıp, parçalamanın aracı olarak kullanılıyor. Bu tavırla barış içinde bir arada yaşama söylemi birbirini tutmuyor. Türkiye’nin taşıyıcı kolonlarından biri olan ulusal birliği zayıflatmak için her şey yapılıyor.
Acaba üniter devlet, Güneydoğu’da özellikle bazı illerinde fiilen işliyor mu? Devletin tüm kurumları çalışabiliyor mu, işlevini yerine getirebiliyor mu? Sağlamlık testine bu sorulardan başlanabilir.
KCK’nın işlevi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın KCK’ya “paralel devlet” derken kastettiği, bu konular olmalı. PKK, KCK eliyle kendine göre “devlet kurumları” oluşturmaya çalışıyor. Anayasası, yasama organı, yargısı ve silahlı gücüyle...
Hiçbir devlet, içinde bir devlet kurulmasına seyirci kalmaz. Her devletin kendini koruma refleksi ve bu refleksi gösterecek kurumları vardır. Buna demokratik devletler de dahildir. Demokratik devletlerde bu işlevi anayasa mahkemeleri veya anayasayı koruma kurumları başta olmak üzere yargı erki görür.
KCK’ya yakından bakılırsa, sadece Türkiye’yi değil Irak, İran ve Suriye’yi de kapsayan bir faaliyet alanı olduğu ve bu dört ülkeden koparılacak parçalarla kurulacak Büyük Kürdistan devleti projesinin çatı örgütü olduğu görülecektir. Öcalan’ın ve sözcülerinin zaman zaman gündeme soktukları “demokratik konfederalizm” dedikleri de budur.
Katı bir Kürt milliyetçiliğiyle “demokratik konfederalizm” nasıl bir araya gelir sorusu ayrı bir tartışma konusudur da konumuz şimdi bu değil.
Kapıyı çalarlarsa
PKK, terörü tırmandırarak projesine zemin hazırlamaya devam edecektir. Bölgedeki konjonktürden de yararlanmaya çalışacağı, sorunu uluslararası boyuta taşımak için gayret göstereceği de açıktır. Ortadoğu’daki gelişmeler buna uygun bir ortam da yaratabilir.
Türkiye toplumsal ve siyasal yapısını güçlendiremez, Kürt vatandaşlarını ulusal ve kültürel bütünlüğü tamamlayıcı biçimde sisteme katamazsa, fırsat bekleyenlerin de katkısıyla değişik yerlere savrulabilir.
Ortadoğu’daki rüzgâr, bir gün, Ankara’nın kapısını da başka yöntem ve taleplerle çalabilir. O gün geldiğinde Türkiye’nin taşıyıcı kolonları sağlam olmalıdır.