Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bahadır Söylemez ve Özgür Alkan; 19 ve 20 yaşlarında iki üniversite öğrencisi... 1972’de Kızıldere’de öldürülen Mahir Çayan ve arkadaşlarının anma törenine katıldılar ve bir afiş taşıdılar...
Tutuklandılar, 7 aydır cezaevindeler.
Yasadışı örgüt üyesi olmakla suçlanıyorlar.
Ancak bugün hâkim karşısına çıkabilecekler.
Cihan Kırmızıgül, Galatasaray Üniversitesi öğrencisi...
Bir gizli tanığın ifadesine dayanılarak tutuklandı.

Tam 22 aydır tutuklu...
Gizli tanık kendisini bir yerde “poşu” takarken gördüğünü iddia ediyor ve buna dayanarak gizli örgüt üyesi olmakla suçlanıyor.
Çağrı Yılmaz, Hikmet Tanıl ve Can Kaya da üç üniversite öğrencisi...
5 aydır tutuklular.
Cezaevinde bulunan arkadaşlarının saçının kesilmesini protesto etmek için saçlarını kestirmişler. Kısa saçlı fotoğraflarını da cezaevine göndermişler.
Onlar da saçlarını “tanınmamak” için kestirmekle suçlanıyorlar.
Bu üniversite öğrencilerinin eylemlerinin suç olup olmadığına mahkeme karar verecek. Suçlu bulunurlarsa bu suç için yasada öngörülen cezaya çarptırılacaklar.
Ancak zaten “ceza” çekiyorlar.
5 aydır, 7 aydır, 22 aydır zaten cezaevindeler.

Mahkûm değiller ama mahkûm gibiler...
Oysa çağdaş evrensel hukuk, mahkeme tarafından verilmiş bir mahkûmiyet olmadıkça bireylerin özgürlüklerini bağlayıcı muameleye tabi tutulmalarını insan hakları ihlali sayıyor.
Türkiye’de ise insanlar henüz mahkûm olmadan, “tutuklu” olarak cezalandırılıyor.
Tutukluluk nedir?
Tutukluluk bir önlemdir. Mahkûmiyet değildir. Dolayısıyla cezaya dönüşmemesi gerekir. Buna karşın Türkiye’de tutukluluk ceza gibi uygulanıyor.
Ceza Muhakemesi Yasamızda da tutuksuz yargılama esas, tutuklu yargılama istisna olmasına rağmen, uygulama tam tersine dönmüş durumda.
Ceza Muhakemesi Yasası, tutukluluk için 2 yıl öngörüyor, bunu 3 yıla kadar uzatmak yetkisi veriyor, terör suçlarında iki katı uygulanabiliyor ve tutukluluk süresi 10 yıla çıkıyor...
Yargılama sonucu beraat da olsa ceza peşin çekilmiş oluyor.

Milletvekilleri
En çok tartışılan örneklerinden biri seçildikleri halde tutuklu yargılanan milletvekilleri.
Milletvekili seçilmiş olmaları bile tutuksuz yargılanmaları sonucunu doğurmadı.
Bir de milletvekili olmayanlar var tabii...
Ergenekon ve Balyoz davalarında gazeteciler, bilim adamları, emekli ve muvazzaf generaller, subaylar, KCK davasında belediye başkanları....
Tabii aylardır, yıllardır tutuklu yargılanan ve özel bir sıfatı olmayan vatandaşlar da mevcut.
Hukuk sistemimiz böyle işliyor ve bu sistemden adalet bekleniyor!

Şike örneği
Şike iddiasıyla spor adamlarının tutuklanması hem siyasette hem toplumda heyecan dalgası yarattı.
Talep edilen cezaların çok ağır olduğu yönünde görüş birliği oluştu.
Partiler hemen cezaları hafifletmek gerektiği sonucuna vardılar ve yasa çıkardılar.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni yasada suç ve ceza dengesi olmadığı kanaatine vardı; yasayı Meclis’e iade etti. Çok ağır bulunan mevcut yasadaki cezalardan az, çok hafif bulunan vetolu yasadaki cezalardan biraz fazla; suç ve ceza oranı açısından dengeli bir yasa beklentisi içinde.
Ancak Gül vetosu partilerin tepkisiyle karşılaştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dahil iktidar ilk kez Cumhurbaşkanı Gül’le ters düşmeyi de göze alarak, yasada ısrar kararı aldı.
Bu hassasiyet futbola özgü gibi görünüyor.
Oysa hazır “suç ve ceza” dengesi ararken, tutukluluk halinin cezaya dönüşmesini önleyecek bir düzenleme yapmak nedense Meclis’in aklına gelmiyor.
Böyle olunca da “fiilen önce ceza verip sonra yargılama” giderek yerleşiyor.