PKK, 31 Ekim’de dolan eylemsizlik kararını seçime kadar uzattı. Bu karar, eski DTP milletvekili Aysel Tuğluk, İmralı’da Abdullah Öcalan’la konuşurken açıklandı. Tuğluk, İmralı’ya gitmeden kararın uzatılacağını bildiğini, ayrıca bu kararın Öcalan’ın bilgisi dahilinde olduğunu da açıkladı.
Kandil eylemsizliğe hâkim mi?
Eylemsizlik kararının seçime kadar uzatılmasının irdelenmesi gereken birçok yönü var.
Birincisi şu; Taksim’de canlı bomba eylemini kim yaptı? PKK, bu eylemi üstlenmiyor. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, kim yapmış olursa olsun süreci baltalamaya dönük bir provokasyondur, dedi.
Peki bu eylemi PKK yapmadıysa kim yaptı? Kandil’in kontrol edemediği PKK’lı gruplar mı? Bu tür gruplar bulunduğu öne sürülüyor.
Eğer böyleyse o zaman şu soru gündeme geliyor: Kandil, PKK’nın tüm unsurlarına hâkim mi? Eylemsizlik sürecine hâkim olabilecek mi?
Taksim’deki eylem gösteriyor ki, teröristler büyük bir vahşet yaratmak istemişler. Polis otobüsüne girmeyi ve orada bombayı patlatmayı planlamışlar. Amaçlarına ulaşsalardı, birçok polisimizi şehit verebilirdik.
Bir yandan eylemsizlik kararı, diğer yandan kontrol edilemeyen PKK’lı veya onun taşeronu durumunda terörist gruplar varsa, eylemsizliği kim garanti edecek?
Açıklamadaki tuhaflık
Öcalan’la görüştükten sonra Aysel Tuğluk’un yaptığı açıklamada bir tuhaflık var. Tuğluk, Öcalan’ın, devletin kendisiyle görüşmeye yeniden başladığını, devletin barış konusunda ciddi olduğunu, diyalog sürecinden müzakere sürecine geçildiğini, söylediğini açıkladı.
Öcalan, devletin kendisiyle yaptığı görüşmeyi, “nitelikli, ciddi ve önemli” olarak nitelemiş. Arkadan da eklemiş, “AKP, CHP ve MHP nemalanmak için süreci baltalayabilirler.”
Tuhaflık burada; Öcalan devletin barış istediğini, müzakereye geçtiğini söylüyor ama iktidar partisinin süreci baltalayabileceğini de söyleyebiliyor! AKP tek başına iktidar. “Nitelikli, ciddi ve önemli” bulduğu görüşmeyi devlet, hükümetten ayrı yapabilir mi? Devlet barış istiyor da hükümet istemiyor mu? Devleti hükümet yönettiğine göre bu yaklaşım garip kaçıyor. Bu görüşmeleri istihbarat elemanlarının yaptığı biliniyor. İstihbarat elemanları bu tür görüşmeleri herhalde hükümetin bilgisi dışında ve hükümetin politikasına aykırı biçimde yürütmüyorlar. Tuğluk’un açıklamasının kafa karıştırıcı yönü bu...
Seçime kadar
PKK’nın, eylemsizliğin sonu olarak seçim tarihini belirlemiş olması elbette tesadüf değil. Sürecin seçime endekslenmesiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim sonrası için yeni anayasa sözü vermesi arasında bağlantı olmalı. Belli ki, Öcalan-BDP ve Kandil, seçim sonrasında gündeme gelecek yeni anayasayla ilgili siyasi beklenti içindeler. Bu beklentinin de yeni anayasanın, kendi taleplerini içerecek şekilde yapılması olduğu biliniyor.
Öcalan-BDP-Kandil cephesi ayrıca nasıl bir yeni anayasa olacağı konusunda seçimden önce açıklığa kavuşturulmasını da istiyorlar. Seçime kadar hükümetten girişim bekliyorlar.
Başbakan Erdoğan, bugüne kadar bu konuda somut bir taahhütte bulunmadı. Sadece daha demokratik bir anayasa sözü verdi. Öcalan-BDP-Kandil cephesi, buradan hareketle vatandaşlık tanımının değiştirilmesinden, Kürtçenin eğitim dili olmasına ve Güneydoğu’ya özerklik verilmesine kadar geniş bir beklenti içine girdiler.
Öcalan, “müzakere sürecine geçildi” dediğine göre sorulması gereken ilk soru şu: Devlet gerçekten Öcalan’la müzakere sürecine geçti mi, yoksa bu Öcalan’ın beklentisini mi ifade ediyor?
İkinci soru da şu: Eğer Öcalan’ın dediği gibi müzakere sürecine geçildiyse, nasıl bir müzakere yürütülüyor? Öcalan’ın yürüttüğünü ve ciddi bulduğunu söylediği müzakerenin devlet cephesindeki siyasi karşılığı ne?
Seçime endekslenir mi?
Ulusal bir sorun olan bu konunun seçime endekslenmesi doğru bir yöntem değil. Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü, giderek bekasını etkileyecek önemdeki bir sorunun seçime endekslenmesi hükümetin bakışını yansıtıyorsa, siyasal ve toplumsal uzlaşmayı yakalamasının zor olacağı anlamına gelir. Devleti yöneten hükümet, bu konuya partilerüstü bir anlayışla yaklaşmalıdır.