Abdullah Öcalan ve PKK herhalde referandumu “boykot” etmek için şart öne sürmüyorlar. “Hayır” oyu kullanmak veya referandumu boykot etmek için şart koşmaya gerek yok. Çünkü bunun iktidarda bir karşılığı yok.Öcalan’ın İmralı’da avukatlarına söylediğinden anlaşılması gereken “evet” demenin şartlarıdır. “Halkımız son güne kadar beklesin” derken, “Eğer şartlarımız kabul edilir veya o yönde ciddi işaretler gelirse ‘evet’ oyu kullanın” mesajı veriyor. Eğer beklediği yönde mesajlar alırsa -veya almışsa- referanduma yakın bir günde, “evet oyu kullanın” işaretini doğrudan veya dolaylı olarak verecektir.
İmralı’dan böyle bir telkin gelirse, BDP’nin “boykot”u, hızla “evet”e dönüşür ve partinin Öcalan’ın talimatları dışında hareket etmesinin mümkün olmadığı, bir başka deyişle, bağımsız bir aktör olmadığı bir kez daha görülür.Şimdi sorulması gereken soru, “evet” karşılığının ne olduğudur? BDP, “boykot” ilan etmişken, “evet”e dönmenin herhalde bir karşılığı olmalıdır. İmralı’yla bu konuda ne konuşulduğu bilinmiyor. PKK durduk yerde “eylemsizlik” ilan edip arkadan “evet de verin” demeyeceğine göre, ya aldığı ya da almayı umduğu bir karşılık vardır.
İkinci soru
Sorulması gereken ikinci soru, bu gelişmeler sadece referandumda “evet” denilmesine yönelik taktikler midir? Yoksa, “Açılım-2”nin stratejik adımları mıdır?
Bunu ancak referandumdan sonra görmek mümkündür. Öcalan’ın “yine oyalarlarsa ben karışmam” türü sözleri, peşin “şantaj” niteliğindedir.
PKK, “evet” dedirtirse öne sürdüğü şartlar yerine getirilebilir mi? Öcalan, buna bakacaklarını açıkça söylüyor. Şartlara bir daha bakalım:
1- Operasyonların durması.
2- KCK operasyonunda gözaltına alınan ve tutuklananların serbest bırakılması.
3- Öcalan’ın kamuoyuna sunduğu üç maddelik çözüm çerçevesi temelinde bir müzakere sürecinin başlatılması ve barış sürecine aktif katılım koşullarının yaratılması.
4- Yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi.
Hükümet, güvenlik güçlerinin PKK’yla karşılaşmayacak yerlerde kalmasını isteyebilir; KCK operasyonlarında gözaltına alınmış veya tutuklanmış olanlardan bir kısmı serbest bırakılabilir, diyelim. Bunlar anayasa değişikliği ve yasa gerektirmeyen idari tasarrufla yapılabilecek işlerdir. Ancak, “Öcalan’ın sunduğu çözüm çerçevesi temelinde müzakere”ye başlayabilir mi? Daha açık ifadeyle: Güneydoğu’ya özerklik verebilir mi? 66. maddedeki “Türk” ifadesini çıkarabilir mi? Kürt kimliğini anayasaya koyabilir mi? Bunu yapamazsa, “Türk kimliği ve milleti” kavramlarını anayasadan çıkarabilir mi? Referandumdan yeni çıkmış ve koşar adım seçime gidecek olan iktidar, ikinci bir anayasa paketiyle bunları halkın karşısına getirebilir mi? Bu düzenlemeleri yapmak bir partinin işi değildir. Kaldı ki, iktidar partisinin de hükümetin de böyle bir taahhütte bulunması mümkün değildir.
Özerkliğin anlamı
Öcalan’ın teslim edildikten sonra reddettiği “özerklik, federasyon, bağımsız” zinciri yeniden gündemde. Öcalan, PKK ve siyasi yandaşları şimdilik “özerklik” aşamasını elde etmeye yoğunlaşmış görünüyorlar. Bunu sağlamak için de önce “bağımsızlık” istemediklerine halkı inandırmaya çalışmaları gerekiyor. Bugün bunu yapmaya çalışıyorlar. Devlete ve hükümete verdikleri mesaj da şu: “Biz sadece özerklik istiyoruz, yanında Kürt bayrağı olursa Türk bayrağını da kabul ederiz.”
“Çözüm” bağlamında devletin durduğu çizgi, Kürt vatandaşların, bireysel özgürlük çerçevesinde, anadillerini konuşmaları, öğrenmeleri, öğretmeleri, kültürlerini yaşamaları, yaşatmaları; ancak, Türkiye Cumhuriyeti’ne aidiyetlerini sürdürmeleri ve kendilerini Türk milletinin bir parçası olarak görmeleridir.
Devletin “çözüm” dediği budur. Bunun da Öcalan, PKK ve BDP tarafından kabul edilmediği ortadadır.
PKK’nın çözümü
PKK’nın ise -şimdilik kaydıyla- “çözüm” dediği; iki milletli fiili federasyona geçiştir. Nihai hedef bağımsız Kürt devletidir. Nihai hedefe varma aşamalarında, anayasada Kürt denmiyorsa Türk de denmesin, kimliğimiz anayasal güvenceye alınsın, özerklik tanınsın, Kürtçe eğitim dili olsun, bizim de bayrağımız çekilsin gibi taleplerin kabul edilmesidir.
Devletin de bu talepleri kabul etmediği sır değildir. Bu bilindiği içindir ki, PKK ve siyasi temsilcileri, Birleşmiş Milletler’den söz etmektedirler. Amaç, sorunu uluslararası niteliğe taşıyıp, uluslararası müdahale ile Türkiye’yi “evet”e zorlamaktır. Bu “evet”, PKK açısından referandumdaki “evet”ten çok farklı ve çok daha önemlidir. Bu nedenle sorun “bir ramazanlık ve bir referandumluk eylemsizlik kararı”yla çözülecek kadar yakın ve kolay değildir. Veya “bir referandumluk veya bir seçimlik” bir sorun da değildir. Bunları aşan bir sorundur.