Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara, 2004’te Kıbrıs konusundaki kadar hızlı ve çarpıcı biçimde olmasa da Irak politikasında giderek daha çok gerginleşen bir değişikliğe yöneldi.
Türkiye’nin izlediği politikadaki bu değişimin önemi Irak Başbakanı Maliki’nin gösterdiği tepki ve tehdit yüklü örneklerinden de belli oluyor.

Değişen çizgiler
2002 yılının sonuna kadar Bağdat’ı yanında, Erbil’i ise karşısında gören Türkiye 2012’de bunun tam tersi sayılabilecek bir pozisyon aldı.
Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması, Musul ve Kerkük’ün Kürtlerin yönetimine geçmesi, Türkmenlerin can ve mal güvenliğine halel getirilmesi ve PKK saldırılarının artması hallerini, “kırmızı çizgi” olarak ilan eden Ankara, ABD ile ters düşmüştü.
Türkiye’nin aldığı bu pozisyona karşılık Washington, Erbil’i “dost”, Bağdat’ı “düşman” ilan etmişti.
Kırmızı çizgiler ve ulusal çıkarlar konusunda Türkiye ile ABD arasındaki bu çatışma 1 Mart 2003 tezkeresinin ekindeki mutabakat zaptı ile giderilmeye çalışılmıştı.
Bu mutabakat zaptındaki hükümlerle uyumlaştırılmaya çalışılan Ankara ve Washington’ın çıkarları sonuç olarak örtüşmemiş ve 1 Mart tezkeresi reddedilmişti.
Bu aşamadan sonra Kürtlerden aldığı desteği ödüllendirmek isteyen ABD, Talabani’yi Irak’ın Cumhurbaşkanı, Barzani’yi de Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı yaparak hem siyasi hem de askeri açıdan güçlendirdi.
Ankara, 1 Mart tezkeresini reddetmesi nedeniyle bozulan Türkiye-ABD ilişkilerini 20 Mart 2003 gecesi hava sahasını ABD ve İngiliz uçaklarına açmaktan başlayıp bugüne kadar gelen süreçte düzeltmeye çalıştı. Hava sahasını açmasına, ABD’li yaralı askerlerin ve bazı malzemelerin İncirlik üzerinden taşınmasına izin vermesine karşın Washington, Türk askerinin kafasına Süleymaniye’de çuval geçirmekten, Türk askerinin Irak’taki varlığını etkisiz kılmaya kadar karşı politikalar izlemekten çekinmedi.

Barzani ve PKK güçlendi
Bu süreç içinde güçlenen sadece Talabani ve Barzani olmadı. Aynı zamanda PKK da silahlı ve siyasi gücünü artırdı.
ABD, işgal gücü olarak bir tek PKK’ya dokunmadı, Barzani yönetimi de bir taraftan siyasi ve askeri devlet yapısını güçlendirirken, diğer taraftan da PKK’ya çok geniş bir yaşam ve lojistik destek alanı açtı.

Değişen roller
Bugüne baktığımızda ise rollerin değiştiğini görüyoruz. Türkiye artık Bağdat’tan çok Erbil’e destek veriyor. Sadece ekonomik ilişkilerin gelişmesi değil, siyasi ilişkilerdeki gelişmeler de 2003’ün tersine olarak Ankara ile Bağdat’ı karşı karşıya getirdi.
O kadar ki bakanların Bağdat’ı pek de dikkate almadan Erbil’e yaptıkları ziyaretler Bağdat’a yaptıklarıyla kıyaslanmayacak kadar sıklaştı.
Ankara’nın Erbil’e neredeyse başkent muamelesi yapması Bağdat’ta bardağı taşırmış görünüyor.
Bu ayrışma Suriye politikasında da ters düşen Ankara ve Bağdat’ı birbirinden daha da uzaklaştırdı. Bağdat, Tahran ve Şam’la Türkiye’ye karşı bir pozisyon alırken Ankara da Washington ve Erbil’le ayrı bir cephe fotoğrafına girdi.
Suriye konusunda öne fırlayan Ankara, Bağdat’la köprüleri atacak noktaya gelirken, Washington, çok daha “dengeci” bir politika izliyor. Tahran ve Şam’a yaklaşmasına rağmen Bağdat yönetimini tümüyle dışlamıyor, Irak’taki Şii çoğunluğu da dikkate alıyor. 2003’te Bağdat’ı yerle bir eden Washington, denge arayışını sürdürürken Türkiye’nin Bağdat’ı tümüyle gözden çıkarması dikkat çekici.
Bugünkü resme baktığımızda Türkiye ile ABD’nin rolleri değişmiş görünüyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın uçağına Erbil’e inme izni vermeyecek kadar tepkili olan Maliki’nin Türkiye’nin Haşimi’yi korumasının kendisinin Öcalan’ı korumasıyla eşanlamlı olduğunu ilan etmesi Ankara’nın Bağdat’tan nasıl okunduğuna ilişkin önemli bir benzetme olarak görülmeli.
Türkiye, Saddam sonrasında Irak’ta temsil niteliği yüksek bir parlamento oluşabilmesi için gruplar arasında diyalog kuran ve etkili olan bir pozisyondaydı.
Bugün aynı işlevi görebilmesi çok zor görünüyor.