Çeşme-İzmir
Sahnede konuşan Cem Yılmaz olsaydı, “Türk’ün uzayla imtihanı” türü bir şaka zannedecektik ama konuşan Tamer Beşer’di...
TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü Müdürü...
Yansıda uzaya gitmekten bahsediyordu:
“Cumhuriyet’in 100. Yılı olan 2023’e” kadar diye başladı söze ve şöyle devam etti:
- Hedeflerimizden biri uzaya bir canlı göndermek, orada bir süre yaşatmak ve geri getirmek. Bir diğer hedefimiz de Ay’a araç indirmek!
Bu hedefleri detaylandırırken de çok sıradan bir şeyden söz ediyor gibiydi...
Beşer’i dinlerken, gözüm, yansıda uzaktan fare gibi görünen sevimli bir hayvancığa takıldı.
Altında, “Gökcan” yazıyordu.
Tamer Bey, “İnşallah uzaya bir hamster göndereceğiz” deyince, “Gökcan”ın kim olduğunu anladık. Gökcan, Türkiye’nin uzaya göndereceği ilk canlıydı...
Orada bir süre yaşatılacak ve Türkiye’ye geri getirilecekti. Hemen yanındaki karede ise pilotların veya spikerlerin kullandığı türden başlıklı kulaklığa benzeyen küçük bir alet duruyordu, sanki, Mars’ın üzerine inmiş “Meraklı” gibi...
Onun da altında “Aycan” yazıyordu.
Beşer, “2023’e kadar Ay’a da araç indireceğiz” deyince, Ay’a inilecek, oradan görüntü geçecek, araştırmalar yapacak TÜBİTAK uzay aracının da “Aycan” olduğu anlaşıldı.
Tamer Beşer’in Göktürk-2 uydusuyla ilgili olarak verdiği bilgiler de Gökcan ve Aycan kadar heyecan vericiydi...
Sinerjitürk Platformu Başkanı Abdullah Raşit Gülhan’ın Çeşme’de düzenlediği, Milli Savunma Bakan Yardımcısı Kemal Yardımcı ve Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar’ın da katıldığı, “Savunma ve Havacılık Teknolojileri Sempozyumu”nda söz alan Türk bilim ve işadamları birbirinden güzel, birbirinden ilginç projeleri anlattılar...
Yükte hafif, pahada ağır
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Aşkar’ın yönettiği panelde, ODTÜ öğretim üyesi ve MEMS Başkanı Prof. Dr. Tayfun Akın’ın yaptığı sunuşta dünyada bir çipe sığmayacak bir şey yok gibi görünüyordu...
Tümüyle “Türk malı ve ODTÜ üretimi” olan bir çip tanıttı...
Ağırlığı 0.6 gram...
Minnacık bir şey ama pahada çok ağır...
Bu çipin tanesi 1000 dolar ediyor ve teknolojinin öncüsü sayılan ABD’ye ihraç ediliyor.
Tayfun hoca, şöyle kaba bir hesap yapıyor:
“Yani, tonlarca ihracat yapmaktansa bu çipten bir kilo ihraç etsek 1 milyon 600 bin dolar eder!”
Sahnedeki konuşmacılar değiştikçe Türkiye’nin teknolojide azımsanmayacak bir yol kat ettiğini fark ettik...
Örneğin Türkiye’de yan sanayinin artık NASA’ya, Airbus’a parçalar ürettiğini öğrendik.
Keza, TUSAŞ Motor Sanayii Genel Müdürü Akın Duman, verdikleri uçak motoru bakım hizmetinin Avrupa’da hep birinci seçildiğini, “TEİ” damgası taşıyan ürün ve hizmetlerin artık bütün dünyaca kabul gördüğünü anlattı.
Bir diğer konuşmacı Kanada Deniz Kuvvetleri’yle yaptığı çalışmaları aktardı. Kanada denizaltılarının güverte sersör bağlantılarını Türk firmasının gerçekleştirdiği bilgisini verdi.
Babayiğitlik için motor
Türkiye Ostim Vakfı’ndan Doç. Dr. Sedat Çelikdoğan’ın otomotiv sektörüyle ilgili olarak verdiği bilgiler Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “yerli oto yapacak babayiğit” çağrısının dönüp dolaşıp yerli motora dayanacağını gösterdi.
Çelikdoğan, hemen hemen aynı yıllarda yola çıkan Güney Kore ile Türkiye’yi karşılaştırdı...
Kore’nin bugün Hundai ve KİA gibi dünya çapında tanınan iki büyük markası bulunduğunu, ancak Türkiye’nin bu amaçla yola çıkan şirketlerinin marka yaratmadan yeniden yabancı markalara döndükleri örneğini verdi...
Güney Kore’nin 3 milyon 800 bin küsur araç ürettiğini, bunun yarısını uzak ülkelere ihraç ettiğini vurguladı. Türkiye’de de 600 bin küsuru binek, 500 bin küsuru ticari olmak üzere toplam 1 milyon küsur araç üretildiğini, ancak bu araçların Türk markası olmadığını üzülerek anlattı.
İki ülke üretimlerini ve satışlarını karşılaştırırken, Kore’nin “motor” hanesinde “yerli”, Türkiye’nin “motor” hanesinde “ithal” yazıyordu.
Çetindoğan, konuyu şöyle bağladı:
“Yerli otomobil üretmek, marka yaratmak istiyorsanız güç paketini siz üreteceksiniz, yani motor sizin olacak. İki, bu otomobili önce halkınız kullanacak, markalaştıracak. Kore’de otomobillerin yüzde 98’i yerlidir, halk yabancı arabaya binmez.”
Sempozyumdan ayrılırken rahmetli Erdal İnönü’nün sözü geldi aklıma; “Geri kalmamızın nedeni bilgi üretmemiş olmamızdır” demişti...
Çeşme’deki sempozyumu görebilseydi Türkiye’nin “bilgi üretmeye” başladığını görür ve gurur duyardı.