Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, Silivri Cezaevi’nde son bir yıllarını tek başlarına hücrede geçirdiler.
Nihayet ikisinin de yanına Oda TV davasından tutuklu iki gazeteci verildi.
Balbay, Coşkun Musluk’la, Özkan da Sait Çakır’la kalmaya başladı.
Balbay, Cumhuriyet’e gönderdiği mektupta, cezaevi koşullarını detayıyla aktardı. Coşkun Musluk’un gelmesinden sonraki koşullarını ise, “yalnızlık bitti ama tecrit bitmedi” diye tanımladı.
“Hapiste bir başka canla olmak güzel ama keşke ortak yaşam alanı olan büyük koğuşlara verselerdi” diye yazdı.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le dünkü görüşmemizde Balbay’ın bu yakınmasını anımsattım.
Bakan Ergin, şu bilgiyi verdi:
“Önce yalnız kalmalarının nedeni taşınma sırasında verilen dilekçelerdir. Balbay, Tuncay Özkan’dan başkasıyla kalmak istemediğini bildirmişti. Bu, can güvenliğini ilgilendiren bir konu. Biz bu talebe uyduk. Yanına istemediği birini verirsiniz, Allah korusun tatsız bir durum olur, bunun sorumluluğunu taşıyamazsınız. Şimdi durum değişti, başkalarıyla kalabileceklerini belirttikleri için iki tutuklu aynı kısıma verilmiş oldu. Tabii verilen kişilerin de rızasıyla.”
“3 kişi de kalabilirler”
Bakan Ergin, Balbay’ın talep etmesi ve ilgili kişinin de kabul etmesi halinde 3 kişi kalabileceklerini de şöyle ifade etti:
“Beraber kalma konusu karşılıklı rızaya bağlı. Eğer Balbay talep eder ve ilgili olan kişi de kabul ederse 3 kişi de kalabilirler. Cezaevi yönetimi, bunu da sağlayabilir. Önemli olan karşılıklı rızaların bulunmasıdır. Bir hücre hali veya tecrit söz konusu değildir.”
Ortak yaşam alanı
Adalet Bakanı’na ortak yaşam alanıyla ilgili koşulları da sordum. Şu yanıtı verdi:
“Ortak yaşam alanı var tabii ki. Bir evin salonunu düşünün. Orada oturulur, televizyon seyredilir sonra herkes kendi odasına gider, uyur. Onun gibi. Ortak bir yaşam alanı elbette var, orada oturup zaman geçirebiliyorlar, televizyon seyredebiliyorlar. Sonra odalarında yatmaya gidiyorlar. Gün boyu odada kalmıyorlar. Balbay, ifade ettiği gibi yan yana iki yeri kullanıyor. Birinde kitapları, elbiseleri ve buzdolabı var. Diğerinde yatağı, televizyonu.”
Madımak ve zamanaşımı
Sivas-Madımak Oteli katliamıyla ilgili davada, kaçan failler açısından zamanaşımına 8 gün kaldığını anımsatarak, Eren Aysan ve Zeynep Altıok’un, Vatan’da yer alan feryatlarını dün yansıtmıştım. Sivas katliamının üzerine zamanaşımı şalı örtülmemesi gerektiğini vurgulamıştım.
Adalet Bakanlığı yetkilileri, zamanaşımının uzatılması konusunda Meclis’te CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun verdiği teklif ve bu teklifle ilgili hukuki durum hakkında bilgi verdiler.
Bu bilgileri özet olarak aktarıyorum.
Adalet Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgiye göre, bu davada eski Türk Ceza Kanunu’ndaki zamanaşımı süreleri geçerli. Bunun nedeni Anayasa’nın 38. maddesi. Bu maddeye göre, zamanaşımı süresinin artırılması veya kaldırılması gibi bir değişiklik, sanıklar aleyhine olduğu için geriye yürüyemiyor. Bir yasayla zamanaşımı uzatılsa veya kaldırılsa bile mahkeme Anayasa gereği eski yasadaki hükmü uygulamak zorunda. Sorunun özünü bu oluşturuyor.
Tanrıkulu’nun yasa teklifi, “kasten adam öldürme, kasten adam öldürmenin nitelikli şekilde işlenmesi, işkence, netice itibarıyla ağırlaşmış işkence ve çocukların cinsel istismarı” suçlarında dava ve ceza zamanaşımının uygulanmamasını ve hâlen devam eden davalara da bunun teşmil edilmesini öngörüyor.
Adalet Bakanlığı’nın bu teklifle ilgili saptamaları ise şöyle:
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları gereğince zamanaşımına ilişkin kanun hükümlerinde değişiklik yapılması durumunda maddi ceza hukukuna ilişkin zaman bakımından uygulama kuralları geçerli olacağı için lehe olan kanunun belirlenmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımı için öngörülen sürelerden daha uzun zamanaşımı süresi belirlenmesi veya hiç zamanaşımı süresi öngörülmemesi halinde dahi, lehe olan kanun hükümleri uygulanacağı için eski düzenlemeler uygulanmaya devam edecektir.
Örnek vermek gerekirse, kamuoyunda gündeme gelen bazı davalarda (Sivas davası gibi) mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımıyla ilgili hükümleri uygulanmaktadır. Eğer 5237 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış olsaydı bu süreler zaten yarı oranında artmış olarak uygulanacaktı. (Bu durumda Sivas davası için 30 + 15 = 45 yıl olacaktı.)
Adalet Bakanlığı yetkilileri; Prof. Dr. Nurullah Kunter, Prof. Dr. Ayhan Önder, Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Sahir Erman gibi birçok hukukçunun, zamanaşımının, maddi ceza hukukuna ilişkin bir müessese olduğunu ve aleyhe uygulama yapılamayacağı konusunda görüş birliği içinde bulunduklarını belirttiler. Ayrıca AİHM’nin de aynı yönde kararları olduğunu vurguladılar.