PKK’nın Dağlıca Yeşiltaş karakoluna yaptığı baskın gerçeklerin kamuoyuna sunulduğu gibi olmadığını gösterdi.
Ortaya çıkan ilk gerçek, “PKK’nın silah bırakmak üzere olduğu” haber ve yorumlarının doğru olmadığıdır.
Dağlıca baskınıyla kamuoyuna pompalanan “PKK’nın sıkıştığı, silahları bırakmak zorunda kalacağı, barışa hiç bu kadar yakın olunmadığı”na ilişkin haberlerin gerçekle ilgisi olmadığı anlaşıldı.
PKK, bu baskınla, silah bırakmaya niyeti olmadığı gibi, büyük bir askeri birliğe büyük bir terörist birliğiyle baskın yapacak durumda olduğunu gösterdi.
Alay eder gibi
Dağlıca baskınının ortaya çıkardığı bir diğer gerçek de, Murat Karayılan’ın Avni Özgürel’in yüzüne baka baka söylediği, “biz karakol baskını yapmıyoruz askerlerle tesadüfen karşılaşınca mecburen çatışıyoruz” yollu sözlerinin yalan olduğuydu.
Anlaşıldı ki, Karayılan “güvercin” edasıyla Özgürel’le konuştuğu saatlerde, Dağlıca’ya baskın hazırlıkları bütün hızıyla sürüyormuş!
Keza aynı söyleşide Karayılan’ın, “Silvan saldırısı PKK içindeki kontrol edilemeyen unsurlarca yapılmış bir sabotaj olabilir” derken, herkesi saf yerine koyduğu da anlaşılmış olmalı!
Saldırının 300 civarında terörist tarafından gerçekleştirildiği, 30’lı gruplar halinde gelindiği belirtildiğine, havan ve uçaksavar gibi ağır silahlar kullanıldığına göre, uzun süre hazırlık gerektiren bu büyüklükte bir saldırının Karayılan’ın bilgisi dışında olması herhalde mümkün değildir!
Zamanlama meselesi
Dağlıca baskınının “zamanlaması”na dikkat çekiliyor.
Saldırıdan sonraki yorumlarda, “Tam çözüme bu kadar yakınken barışı sabote etmek için yapıldığı” görüşü ağırlıktaydı.
Yani PKK silah bırakmak üzereyken mi yaptı bu saldırıyı?
Bunun inandırıcı bir tarafı var mı ?
Karayılan “ben yapmadım Behoz yaptı” derse, “barışın kontrol edilemeyen yerel PKK unsurları tarafından sabote edildiğine” mi inanmamız gerekiyor?
Bir zamanlar işkencecileri korumak için yetkililerin, “münferit bir olaydır, sistematik bir işkence asla söz konusu değildir” türünden yaptıkları açıklamalar gibi...
Ortada bir “silah bırakma” söylemi dolaşıyor ama PKK-BDP cephesinden bu yönde gelen bir işaret yok. Gelen işaret Dağlıca baskını oldu!
PKK’nın “çözüm”den kastettiği siyasal taleplerinin kabul edilmesidir.
Bunun dışında gündemde dolaştırılan “çözüm” ve “barış” sözlerinin PKK için bir anlam ifade etmediği bir kez daha görülmüş oldu.
Nitekim baskından ve “PKK silah bıraksın” çağrılarının yinelenmesinden sonra BDP’li Altan Tan şu sözleri söyledi:
“Tamam silahları bıraksın! Nasıl, kime bıraksın? Neye bıraksın? Erbil pazarında satsın mı? Kandil’e mi bıraksın? Habur’a gelip ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım, ne mutlu Türküm diyerek devletin şefkatli kollarına mı sığınsın? Ne yapsın?”
Bu sözler gayet açık değil mi? Tan, “PKK silah bıraksın da siz karşılığında ne yapacaksınız, ne vereceksiniz, onu söyleyin” diyor, “çözüm”den ne kastediyorsunuz” diye soruyor!
Çözümden söz edince
Bu kadar sık “çözüm”den söz edince ortaya bir çözüm koymak gerekir. Bu hükümet için de hükümete destek taahhüdünde bulunan CHP için de geçerlidir. Altan Tan’ın söylediği de budur...
Yaratılan bu hava içinde hükümet de CHP de “çözümünüz nedir” sorusuyla daha sık karşılaşacaklardır.
Bir taraftan terör devam ederken bir taraftan müzakereye yürütmeye hazır hava yaratığınızda; terör örgütü de hem müzakere edip hem terör estirmeye devam eder. Bugün yaşadığımız süreç gibi...
PKK’ya kendi koşullarınızı kabul ettirecek konuma gelmemişseniz veya onun taleplerini kabul etmeyecekseniz, o zaman, bu kadar sık “çözüm”den, bu kadar sık “barış”tan, bu kadar sık “silah bırakmaktan” söz etmeniz, Dağlıca baskınında görüldüğü gibi kolayca tekzip edilebilir.