Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CHP, tüzük kurultayları üzerinde bir parti içi iktidar mücadelesine sahne olacak.
İlk mücadele, 26 Şubat’ta Kılıçdaroğlu’nun çağırdığı tüzük kurultayına delege katılım üzerinde verilecek. Muhalifler, kurultay yerine Anıtkabir’e gitmeyi ve genel merkezin 651 delegeyi bulamayıp, kurultayı açamamasını hedefliyorlar.
Ancak 26 Şubat’ta muhalif delege sayısı 350’nin üzerine çıkmaz ve kurultay 800’e yakın bir delege ile toplanırsa Kılıçdaroğlu, ilk raundu alacak ve güçlenerek çıkacak. Hazırladığı tüzük de kurultaydan geçeceği için, muhaliflerin ertesi gün yapılacak ikinci tüzük kurultayında yapabilecekleri bir şey kalmayacak.
Muhalifler, sayılarını artırır da ilk gün kurultay toplanamazsa, bu Kılıçdaroğlu’nun yerini koruyamayacağına işaret sayılacak ve üstünlük ikinci günkü kurultayla muhaliflerin eline, bir başka deyişle yeniden Baykal-Sav ikilisinin eline geçmiş olacak.
Bu açıdan 26 Şubat’ta kurultayın toplanıp toplanmaması; toplanırsa kaç delegeyle toplanacağı, CHP’deki iktidar mücadelesinin sonucunu belirleyecek.

Demokratik sol
Kılıçdaroğlu’nun hazırlattığı yeni tüzükte, partinin “demokratik sol” bir parti olduğu vurgusu yapılıyor. Kılıçdaroğlu da tıpkı rahmetli Bülent Ecevit gibi, “sosyal demokrat” yerine “demokratik sol” tanımını tercih ediyor.
Bu tercihin siyasi anlamı var kuşkusuz.
Ecevit’in “sosyal demokrasi” yerine “demokratik sol” kavramını kullanmasının temel nedeni, CHP’nin (ve sonradan DSP’nin) Marksist kökenli Avrupa sosyal demokrat partilerinden farkını vurgulamaktı.
Sanayileşme ve din reformu geçirmiş Marksist kökenli Avrupa solu ile bu süreçlerden geçmemiş Türkiye’nin, sosyolojik gerçeklerinin farklı olduğu tezine dayanıyordu Ecevit.
Buradan hareketle kırsal kalkınmayı önceleyen, inançlara saygılı, laiklik anlayışını benimseyen, ulus devleti esas alan, devlet ve özel sektör tekelciliğine karşı duran, sermayenin tabana yayılmasını öngören bir demokratik sol yaklaşım geliştirdi.
Kılıçdaroğlu’nun, yeni tüzükte tarif ettiği CHP, Ecevit’in bu tanımıyla büyük ölçüde benzerlik taşıyor.

Bazı farklar da yok değil kuşkusuz...
CHP, dolaylı olarak Kürt sorununa yaklaşımını gösteren, farklı kültürlerin zenginlik olduğu ve bir arada yaşama ortamı yaratmayı vaat eden bir söylem tercih ederken, Ecevit, ulusal sol vurgusu yapar ve Kürt sorununa sadece bireysel hak ve özgürlükler penceresinden bakardı.
CHP’de bu konuda Kılıçdaroğlu’nun söylemine eleştiri var. CHP liderinin, “Kürt dememek için Türk demediğini açıklaması”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi, “Türk milleti” ifadesini kullanmaktan kaçındığı, millet tanımını, “vatandaşlık bağı” gibi gördüğü eleştiriler yöneltiliyor.

Mahcup muhalefet eleştirisi
Tüzüğün yanı sıra CHP’nin muhalefet söylemi parti içi gündemde önemli yer tutuyor.
Kılıçdaroğlu ve yönetiminin, temel sorunlarda net bir söylem geliştirmediği ve “mahcup” bir muhalefet görüntüsü verdiği eleştirisi var.
Bu eleştiriler; bazı CHP sözcülerinin AKP’nin ekonomiyi iyi yönettiğine yönelik ifadeleri, “PKK’yla masaya oturulmasını eleştirmiyoruz” açıklamaları, türbanın üniversitelerden sonra bazı kamu kurumlarında da fiilen serbest bırakılmasına ses çıkarılmayarak dolaylı destek verildiği, Arap Baharı’nın yanlış yorumlanması, eğitim alanındaki düzenlemelere yeterince karşı çıkılmaması, 8 yıllık kesintisiz eğitimin kaldırılmasına güçlü tepki verilmemesi, laiklik ve ulusal bütünlük konularına vurgu yapılmaması, Atatürk ilkelerinden ödün verildiği, parti yönetiminde AKP’nin ekonomi politikalarına ve BDP’nin taleplerine yakın duran isimlere görev verilmesi gibi konularda toplanıyor.
CHP’nin, tüzük kurultayları geçildikten sonra bu eleştiriler çerçevesinde “ideoloji” tartışmalarının öne çıkacağı bir seyir izlemesi bekleniyor.