“Çok çalışkandı” diyor şefi Gurbet Gökçe, Cem Emir için, “Mesai kavramı olmayan bir gazeteciydi” diye devam ediyor:
“Erciş’te ekip değiştirdik. Erzurum’dan ekip gelince onları dinlendirmeye karar verdik. Van’a geldiler. Çarşamba günü kendisine araç gönderdiğimizi söyleyip, o araçla gitmesini istedim. O da ‘Ağabey cuma günü Başbakan gelecek, onu da takip edeyim, ondan sonra dönerim’ dedi. Depremin olduğu gün bir bakan vardı. Sebahattin Yılmaz, ben ve Cem otelde aynı odada kalıyorduk. Sebahattin ağabeyi dinlenmesi için otele bıraktık. Yemeğe çıktım ben bir arkadaşımla. Cem beni telefonla aradı. Bakanla işinin bittiğini söyledi. Lokantaya gelip bizimle yemek yemesini söyledim. Haberi beraber yazacağımızı söyledim ama kabul etmedi. Otele gidip haberi kendi yazmak istedi. Otele gitti. Ondan sonrası malûm.”
“Muhabir” tam da Gurbet’in tarif ettiği “Cem’dir” bizim meslekte...
Haberi geçmeden ne yemek yiyebilir ne çay içebilir ne uyuyabilir. Boğazından geçmez. Ancak haberi haber merkezine geçtikten ve bunu teyit ettikten sonra çayın tadını, yemeğin lezzetini alabilir, ancak ondan sonra uyuyabilir.
Canı cebinde yaşar muhabir
Canı cebindedir çoğu kez muhabirin...
Tehdit alır. Yolu kesilir. Dayak yer.
Bazen suikasta kurban gider bazen bir kör kurşuna...
Bazen bir kare fotoğraf için kafasını çarpar ölür, bazen dayaktan; bazen çatışma içinde, bazen ateş altında kalır, bazen enkaz altında...
Muhabirin canı cebindedir...
Televizyonda merakla izlediğiniz görüntülerin, gazetede okuduğunuz haberin, gördüğünüz fotoğrafların arkasında canını ortaya koymuş muhabirler vardır.
Hatırlar mısınız İzzet’i?
İzzet Kezer, haber uğruna, elinde beyaz bayrak, 1992’de Cizre’de yaşamını yitirmişti, hatırlar mısınız?
Çığlıkların geldiği mahalleye koşarken ateş altında kalan bir grup meslektaşımızın arasındaydı, İzzet...
“Gazeteciyiz” diye bağırıp beyaz bayrak sallıyorlardı ama güvenlik güçlerinin ateşi kesilmiyordu. Kurşunlardan biri bir kare fotoğraf için canını ortaya koymuş bu muhabirler arasından İzzet’i elinde beyaz bayrakla aldı götürdü...
Adına ödül de veriliyor, Metin Göktepe’yi hatırlarsınız. Gözaltında yediği dayaktan ölmüştü...
Ya Kemal Bağcı’yı hatırlar mısınız? 1997’de seçim otobüsünün üstünden fotoğraf çekmeye çalışırken, kafasını trafik levhasına çarpıp yaşamını yitiren Kemal’i...
Yine tıpkı Kemal gibi haber uğruna yaşamını yitiren Hasan İşler’le, Volkan Eryiğit’i? Yine seçim otobüsünün üzerinde etrafı fotoğraf makinesiyle gözlemlerken, köprü altından girmek üzere olduklarını bile fark etmeyen iki muhabiri. Kafalarını köprüye çarpıp yaşamlarını nasıl yitirdiklerini, hatırlar mısınız?
Daha çok örnek var.
Suikastlara kurban verdiğimiz gazetecileri, yazarları ayrıca zikretmiyorum...
Gördükleri muamele
Bu genç meslektaşlarımızın gördüğü kötü muamele de işin cabasıdır.
Kamu hizmeti gören, halk için canı cebinde çalışan onlardır ama konvoyda en arkaya onlar konulur. En kötü arabalar onlara ayrılır. En kötü kalacak yer otomatik onlarındır. Azarı da onlar işitir...
Ama onlar yine de canları ceplerinde çalışırlar...
Cem gibi, Sebahattin gibi...
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar...