Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP), seçimlere çatışma ve gerginlik politikası izleyerek hazırlandığı anlaşılıyor. Alınan sivil itaatsizlik kararı ve BDP sözcülerinin söz ve eylemleri, bunu gösteriyor. Bu politika yeni değil. BDP de selefi olan partiler gibi çatışma ve gerginlikten besleniyor. Seçim dönemlerinde bu yöndeki gayreti daha da öne çıkıyor.
Seçim kampanyası
PKK-BDP cephesi, 2011 seçim kampanyasını sivil itaatsizlik eylemleriyle başlattı. Kampanya, bu eylemlerle sürdürülecek.
Seçim öncesinde mümkün olduğu kadar çatışma ve gerginlik ortamı yaratılarak, tabanda safların sıklaşması hedefleniyor. Böyle bir psikolojik ortamda oylarının artacağını hesap ettikleri anlaşılıyor.
BDP-PKK cephesinin, taleplerinin kabul edilmemesi halinde karşılığının çatışma olacağını her fırsatta tekrarlamaları, tehdide dayalı, dayatmacı bir politika izleyeceklerini ortaya koydu.
Böyle bir siyaset anlayışının herhalde birleştirici, bir arada barış içinde yaşamayı teşvik edici olduğu söylenemez. Aksine keskin bir ayrıştırmacı bir politika olduğu açıktır.
Tunus, Mısır, Libya
Dikkat çeken bir gelişme de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk’ün, Tunus, Mısır ve Libya’ya atıf yaparak, Türkiye hakkında yaratmaya çalıştığı imajdır.
Türk, “Tunus, Mısır ve Libya’da özgürlük çığlıkları yükseliyor, inanın ki, bizim haykırışımız daha yüksek olacak” sözleriyle, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun dikta yönetimleriyle Türkiye’yi bir tutma ve BDP’nin yelkenlerini bu rüzgârla da doldurma çabası içinde olduğu izlenimi veriyor.
Bu izlemini güçlendiren bir diğer yöntem de Kahire’nin Tahrir meydanına yapılan atıflar ve şimdilik 20 ilde kurulan çadırlardır.
Gerçekle örtüşmüyor
BDP-PKK-DTK cephesinin bu politikası gerçekle örtüşmüyor. Türkiye’nin askeri müdahalelerine rağmen 60 yıldır işleyen çok partili demokratik sistemiyle, on yıllardır diktatörler tarafından yönetilen Tunus, Mısır, Libya kıyas kabul etmez. Bu gerçek, kendileri tarafından da bilindiği halde, Türkiye sanki bir Mısır, bir Tunus, bir Libya, bir Yemen’miş gibi politika yürütmek, gerek iç, gerek dış kamuoyunda karşılık bulacak bir politika değildir.
Kürt sorunu tanımı altında gündeme getirilen sorunların birçoğunun çözüldüğü de dikkate alınması gereken bir başka gerçektir. Bugün hâlâ “imha-inkâr” söylemine dayalı bir söylemin de gerçeği kavradığı söylenemez. Ancak anlaşılıyor ki, çatışma ve gerginlik politikasıyla bu söylemi inandırıcı kılacak bir ortam yaratılmak isteniyor.
Baraj sorunu
BDP’nin dile getirdiği yüzde 10’luk barajın düşürülmesi talebi, diğer muhalefet partilerinin çoğunluğu tarafından da paylaşılıyor. Baraj sorununu Türkiye ile Tunus’u, Mısır’ı, Libya’yı aynı kefeye koymaya yetecek bir argüman olarak kullanmak da gerçekçi değildir. Türkiye’nin yüksek baraj sorunu vardır ve bu temsilde adaletsizlik yaratmaktadır. Yüzde 10’luk demokratik temsil açısından büyük bir engel oluşturmaktadır. Ancak bu sorunu bahane ederek seçim kampanyasını çatışma ve gerginlik üzerinden yürütmek, terör eylemleriyle tehdit ederek çözmeye çalışmak da demokratik bir yöntem değildir.