Fildişi/Gana
Belki birçoğunuzun kafasına çocukken, benim gibi “Fildişi Sahili diye devlet ismi mi olur?” sorusu takılmıştır.
“Fildişi Sahili Devleti”, bu ismiyle bende hep merak ve sempati uyandırmıştı.
Fildişi Sahili’ne ayak basar basmaz çocukluğumda kafama takılan bu soru aklıma geldi.
Detayıyla öğrendik ki Afrika sahillerindeki devletlerin isimleri buradaki halkın tercihinden gelmiyor.
Avrupalılar, bu ülkelerin hangi kaynaklarını sömürmüşlerse isimler oradan geliyor.
Örneğin Fildişi Sahili, Avrupalıların Afrika’da öldürdükleri fillerin dişlerini bu sahilden gemilere yükledikleri için bu ismi almış.
Yani bu ismi veren bu sahillerin siyah halkları değil, Fransızlar.
Tıpkı yanı başındaki Gana sahili gibi.
İngilizler Ganalıların altınlarını götürdükleri için buraya “altın sahili” deniliyor.
Onun yanında Benin sahili var, adı “köle sahili.”
Liberya sahilinin adı ise “biber sahili.”
Sahillerin isimlerinden Avrupalıların sömürge haline getirdikleri bu halkların nelerini alıp götürdüklerini anlıyorsunuz.
Bir öğün yemekSahra altında, Batı Afrika’nın ziyaret ettiğimiz ülkeleri Fildişi, Gana, Nijerya, Gine kâğıt üzerinde özgür görünüyor.
En eskisi 1957 yılında sömürgecilere karşı bağımsızlıklarını ilan etmiş ve devletlerini kurmuşlar.
Böylece “kölelik” de tarihe karışmış görünüyor ama o da kâğıt üzerinde.
Örneğin Fildişi halkı hâlâ köle.
Mihmandarımız Aydın Bedirhan’ın “Afrika’nın en büyük pazarı” diye bizleri götürdüğü Adjame Pazarı’nda gördüklerimiz köleliğin sürdüğünü açık biçimde gösteriyordu.
İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık, kulakları sağır eden bir gürültü içerisinde, başlarının üzerindeki sepetlerle getirdikleri sebzeleri satmaya çalışan Afrikalı kadınlar, Afrika gerçeğinin canlı örnekleriydi.
Sebze, meyve, elbise, yeni-eski ayakkabı, sudan kaç gün önce çıkarıldığı belli olmayan, 36 derece güneşin altında kavrulmuş balık hepsi bir arada yok pahasına satılıyor.
Mihmandarımız Aydın Bey, “Burada ticaret yerli halkın elinde değil. Pazar işlerini Lübnanlılar idare ediyor” diyor.
“Burada para eden ne varsa Fransızların elindedir” diye devam ediyor mihmandarımız:
“Örneğin elektrik, su, petrol, doğal gaz, kakao, kauçuk. Ne varsa Fransızların elindedir.”
Mihmandarımız Aydın Bey, daha çarpıcı örnekler de veriyor:
“Bu pazarda ve sokaklarda gördüğünüz insanların çoğu günde bir öğün yemek yer. O öğünü yiyince de mutlu olurlar. Bütün varlıkları üzerlerindeki elbisedir. Başka bir şeyleri yoktur. Gelecek kaygısı taşıyacak kadar bile umut beslemezler. Sadece o günü yaşarlar. Hayatları bir öğün yemek ve bir elbisedir...”
Bu gerçeği gözünüzle görüp, bu bilgileri alınca “Kölelik tarihe karışalı çok oldu” demeniz mümkün değil.
Kölelik buralarda tüm canlılığıyla sürüyor.
Fildişi gerçeği, Gana ve Gine için de aynen geçerli.
Beyazlaşma gayretiYine mihmandarımızdan öğreniyoruz ki bu sahillerdeki kız çocuklarının ve genç kızların en büyük ideali tenlerini beyazlaştırmakmış.
Bu amaçla bitki köklerinden yaptıkları karışımlarla veya kendilerine “beyazlatan ilaç” diye sunulan birtakım kimyasallarla uzun yıllar beyazlaşmaya çalışırlarmış.
Tabii bu gayretin sonuca ulaştığı görülmemiş; bir iki görece başarılı sonuç ise cilt kanseriyle sonuçlanmış.
Kafalarında devasa sebze sepetleriyle oradan oraya koşuşturan gençleri gözlerken, Aydın Bedirhan’ı dinledikten sonra şöyle seslenmek istedim:
Boşuna beyazlaşmaya çalışmayın...
Eğer tarihte hiçbir halkı sömürge yapmamışsanız, insanları hayvan gibi yakalayıp köle diye satmamışsanız, hiçbir halkın kaynaklarına el koymamışsanız zaten “beyaz” olamazsınız.