Yaz aylarının güzelliği, deniz, kum, güneş gerçekten tartışılmaz. Fakat gel gelelim kış olmasa yazın, sonbahar olmasa ilkbaharın kıymeti olmaz. Evet ben de pek severim yazı ama kışın dinginliğini ve sükûnetini de hiçbir şeye değişmem. Hele bazı yerler var ki, kış aylarında orada olmak benim için ayrı bir keyif. Mesela Söke Doğanbey Köyü, Karina, Didim, Ayvalık...
Yaz ayları da pek güzeldir buralar ama kış ayları bana göre bi ayrı güzeldir, keyiflidir. İki hafta önce Çanakkale’ye gittim. Önce otobüsle gitme düşüncem vardı ama sabah uyandığımda bu yolculuğu yolda mola vere vere, keyifle kendi aracımla gitme kararı aldım.
Normal koşullarda Çanakkale’ye özel araçla üç, üç buçuk saatte gidilir. Bilen bilir ben böyle bir yolu minimum 6 saatten önce tamamlayamam. Çünkü ne zaman hoş bi manzara görsem durur seyrederim. Güzel bi ürün görsem durup ilgilenirim, yemek ise tadarım, insanlarla sohbet ederim. İşte tam bu kafayla, otobüsle gitmekten vazgeçip, kendi aracımla düştüm yola...
Erken saat olmasa mutlaka Bergama’ya uğrar Pehlivan Kokoreç’te bi mola verirdim. Davul fırında pişen bu şahane soslu lezzeti mideye indirirdim. Bu seferlik böyle olsun, Bergama’yı teğet geçip hedefimi Ayvalık olarak güncelledim. Yavaş yavaş, manzaranın tadını çıkara çıkara düştüm yola. Ayvalık tabelasını gördüğümde hissettim ki, tabelayı görmek bile insanın içini ferahlatıyor.
Tepeden şöyle bir Ayvalık manzarası bütün yol yorgunluğumu aldı. Termosumdan doldurduğum kahveyse manzaranın o anki en şahane eşlikçisi oldu. Evden çıkarken kahvaltı yapmamıştım. Belki yolda enteresan bi yer rast gelir, farklı bir kahvaltı yaparım diye düşünmüştüm.
Kahvemi içerken sabahın bu erken saatinde iyi bi kelle paça kadar güzel bi yemek olmaz dedim ve saldım arabayı aşağılara, taa Ayvalık çarşı içine... Buralara geldiğimde İzzet Durko abimin Paşa Çorba isimli esnaf lokantasına ille geliriz. Çünkü civarın en güzel çorbalarından birini kendisi yapar. Sadece çorba mı!? Elbette hayır!
Dedim ya burası bir esnaf lokantası. Her gün değişen bir mönüsü var. Değişmeyen tek şeyse zeytinyağlı yemekleri. İzzet Durko bu konuda çok titiz ve gelenekçi biri. Yöre yemeği nasıl pişiriliyorsa o da öyle pişiriyor. Malzemesi ve elbette özellikle zeytinyağı kaliteli ve bol.
Ee insan burada olurda zeytinyağı eksik olur mu? Olmaz elbette. Neyse bu düşüncelerle vardım Paşa Çorba’ya. Her zamanki keyifli sohbetiyle karşıladı İzzet abim beni. Çorbaya, köfteye olan düşkünlüğümü bilmeyen kalmadı artık. Dükkandan girer girmez, “Ah be Fedo bileydim geleceğini bugünkü mönüye Ada Köftesi de koyardım” dedi.
“Olsun abi, bi çorba içeriz olur biter” dedim ben de. Hemen mutfağa girdi, çıktı “Kuzu kellesinden çorba yaptım, her zaman olmuyor. Şanslısın hemen yapıyorum bi tane” dedi ve ivedi geldi çorba. Elbette dana kelle çorbası da şahane ama kuzu başka yahu...
Dükkana girdiğim sırada yemekler yeni çıkmış tezgahta yerini alıyordu. İzzet abimin ısrarlarına dayanamayıp “minik” bir zeytinyağlı tabağını da mideye indirdikten sonra keyifli bir muhabbet ve kahveye geldi sıra. Son yapılan Ayvalık Hasat Festivali’ni, eğrisini, doğrusunu konuştuk biraz. Gastronominin şehirlerin gelişiminde ne kadar önemli olduğunu, yerel yönetimlerin yol göstericiliğinin, esnafın böyle şeyleri sahiplenmesinin önemini konuştuk. Zaman aktı gitti, kahvenin telvesinin üzerine içtiğim suyun ardından, müsaade isteyip kalktım İzzet abinin yanından.
Hoşçakal deyip, taa sokak başına vardığımda İzzet abi “Bi dahakine haber ver Ada Köftesi”ni beraber yapalım diye sesleniyordu. Öğlen oldu ve ben 3 saatte ancak Ayvalık’a gelebildim. Yolum uzun ama acelem yok. Yolda olmak çok güzel. Çanakkale kim bilir ne güzeldir bu mevsimde. Şimdi yol zamanı, kim bilir kaç saatte varacağım Çanakkale’ye?
Hadi bana eyvallah...