Ne ki aradığımız? Altın tozu katılmış çorba mı? Yoksa temiz bi tezgahta gülen bir yüzle, şükürle hazırlanmış bir yudum yemek mi? Ne dersiniz? Hangisi sizce?
Bence gülen bir yüz ve şükürle hazırlanan yemek. Tuz, ekmek olsun ama ille gülen bi yüz olsun isterim yemekte.
Bu hafta yine Manisa’daydım. Malum Manisa komşu kapısı, çok yakın İzmir’e. Hafta içi bir arkadaşımla sohbet ederken Manisa Keçiliköy’de tabelasız bir Adana dürümcüden söz etti. Yalnız dedi, sadece öğlen servisi var. Sonra dükkanı kapatıyormuş.
Saat 12.00 sularında yaptığımız bu sohbeti yarım bırakıp öğle yemeği için düştük Manisa yollarına. İcadına pek memnun olduğum haritadan Üç Çeyrek Ahmet Usta’nın dükkanını işaretleyip yol göstericimizin dediği yerlerden bir sokak başına geldik. Öyle ki aynı adanın etrafında üç kez döndük, Üç Çeyrek Ahmet Usta’nın dükkanını bulamadık.
Tabela yok!
Sokakta minik bir çocuğa sorduk, amca orası kapandı dedi. Tam vazgeçtik ve önümüzdeki tek yön tabelalı sokağa girdik ki, karşımıza tezgahını toparlayan bir kebapçı çıktı. Sağa sola baktık ne tabela ne bi işaret. Daldık içeriye. “Merhaba biz Üç Çeyrek Ahmet Usta’nın yerini arıyoruz” derken Ahmet amca “Hoş geldiniz çocuklar” deyiverdi. Yahu amcam bi tabela koyaydın bari, sokağın başına bi işaret dikeydin, bu navigasyon bizi dolandırıp duruyor” diyecek olduk. “Yok be çocuklar bilen gelir bana, gerek yok tabelaya” dedi.
Bu arada biz dükkanı ararken epey bi zaman geçmiş olacak ki, dükkanda kimsecikler kalmamış. Usta, eşi ve kızı dükkanı toparlamakla meşgul.
“Ustam biz birer dürüm rica ediyoruz”
“Valla çocuklar kısmetiniz varmış, pek bu saate kebabım kalmaz ama şansınıza üç tane var. Hemen yapıyorum.” dedi.
Hemen attı ocağına kebapları. Gelen mis kokular eşliğinde Ahmet Boğazlı usta ile ayak üstü sohbet etmeye başladık.
Bi kere şunu diyeyim. Ben kebabın lezzetli olduğunu usta şişleri ocağa koymadan anladım. Bizi öyle tonton, öyle gülen yüzle karşıladılar ki eşi ile birlikte, bu ellerden lezzetsiz bir yemek asla çıkmaz dedim kendi kendime.
Ahmet amca yıllar önce İzmir 1. Sanayi’de Mustafa isimli bir ustadan öğrenmiş işi. Orada çok kısa zaman çalıştıktan sonra da seyyar olarak yapmaya başlamış Adana dürümlerini. Şimdiki dükkanına yakın bir yerdeymiş seyyar arabası. Bu dükkanı açalı 12 yıl olmuş. Eşi Nurten Boğazlı ve kızı ile birlikte çalışıyorlar. Yani tam bir aile işletmesi burası.
Arkadaşı yazdırmış
Ahmet amcaya soruyorum, neden buranın adı Üç Çeyrek Ahmet Usta?
“Evlat diyor, benim bir arkadaşım vardı Hasan Canseven adında. Rahmetli oldu. 17-18 yıl önce bi gün, beni kolay bulsun müşteriler diye bana kart bastırmış. Bastırdığı karta da Üç Çeyrek Ahmet diye yazdırmış. Böyle iş alanlarında yarım ekmeğin biraz fazlasına üç çeyrek denir, o da buradan yola çıkarak yazdırmış bu ismi. O gün bugün benim adım Üç Çeyrek Ahmet Usta.
Ee tabela neden yok usta?
Ne bileyim ona da pek gerek duymadık. Bilen duyan geliyor, şükür gelenler yetiyor bize, diyor. Öyle tatlı tatlı anlatıyor ki usta, dürümlerimiz bitmesin diye ucundan ucundan ısırıyoruz resmen. Ama her güzel şeyin sonu olduğu gibi dürümler bitiyor işte. Tatlı var mı diye soracakken, kızı birer şambali getiriyor önümüze. Aslında tatlı yiyecek yerimiz yok ama dedim ya öyle tatlı bi sohbet var ki, onu da indiriyoruz mideye.
Hesabı ödeyip tam ayrılacakken Ahmet amcanı eşi Nurten Hanım “Bi gün kalabalık saatte gelin, Ahmet’le atışmalarımızı görün” diyor.
Gülen gözlerle karşılandığımız dükkandan gülen yüzlerle uğurlanıyoruz.
Arkadaşımla bi dahakine daha erken bi saatte Üç Çeyrek Ahmet Usta’ya gitmek üzere sözleşiyoruz.
Ha dürüm nasıl mıydı? Gidin yiyin bence. Nasıl anlatayım ki?
Tel: 0544 320 61 42
Yorgunluk kahvemiz “El Ele Cafe”de!
Kahveyi anlatmadan sizlere daha ilk cümlemde bir iki bilgi vermek istiyorum.
Biliyor musunuz, 1980’li yıllarda her 2 bin 500 doğumda bir çocuk otizmli doğuyormuş. Peki günümüzde bu oran ne? Hemen söyleyeyim 58 doğumda bir! 39 yılda ekonomimizden de, teknolojiden de hızlı ilerlemiş otizm! Peki 30 yıl sonra ne olacağı öngörülüyor biliyor musunuz? Her iki doğumda bir otizmli çocuk! Elbette şunu söylemeliyim. Umarım tıp birçok rahatsızlıkta elde ettiği başarıyı otizm de de elde eder ve tüm bu öngörüler gerçekleşmez.
Peki durum buyken biz ne yapıyoruz? Uzun uzun anlatmayayım ama neredeyse hiçbir şey! Durun durun hemen “Kahve bu işin neresinde” demeyin. Hemen söylüyorum. Önceki hafta Anadolu Otizm Vakfı’nın bir toplantısına gittim. Toplantı Gaziemir Optimum’da idi. Toplantı konusu ISC Soal Marketing Awards’ın, en iyi sosyal sorumluluk projesi altın ödülü İzmir Optimum “El Ele Cafe”ye verilmiş olmasıydı. Ödülün verilme nedeni otizmli çocukların sosyal yaşama daha fazla dahil olmalarını sağlamak amacıyla kurulan El Ele Cafe projesi. Yukarıda verdiğim bilgilere tam burada bir ekleme daha yapmak istiyorum. Dünyada otizmin tek tedavisi mevcut. Eğitim, eğitim, eğitim! Ve bu eğitim ile birlikte çocukların sosyal hayatın içinde diğer bireylerle birlikte olması. İşte bu kafe de zaman zaman değişerek otizmli çocuklarımız çalışıyor. İşte o nedenle burada içilen kahve, yenilen tost çok önemli ve bi o kadar da lezzetli onu da söyleyeyim. Kafenin hayata geçirilmesine vesile olan Optimumum AVM’lerin Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcak’a ve Anadolu Otizm Vakfı yöneticilerine koca bir alkış, gönül dolusu teşekkür. Ve son söz. Eğer Optimum AVM’ye yolunuz düşerse kahveleri “El Ele Cafe’de için. Otizmli çocuklarımız gözünün içine bakarak sipariş verin, kahveleriniz bir gülümsemeyle önünüze gelsin…