Oğlum bile öğrendi. Bizim gezmelerimiz normal değil. Sabah kalkıyoruz ve gidiyoruz. Oğlum Efe’ye soruyorum bazen “Nereye gidelim Efe?” cevap “Yol bizi nereye götürürse baba”
İşte böyle çıktık Salihli’ye doğru yola. Aynı kafa arkadaşım Özgür, eşi ve kızı Bade ile birlikte aheste aheste, hiiiç acele etmeden vardık Salihli’ye. Hep söylerim “Yol insanı acıktırır.”
Dostum Özgür yıllarca Salihli bölgesinde pazarlama işi ile meşgul olmuş. Hatırı sayılır bir çevresi var orada. O nedenle rehberliğimizi de kendisi yaptı. Dedim ya acıktık yolda. O nedenle dooğru bir esnaf lokantasının önüne yanaştı Özgür (@bugünbiraradayız.)
Kosova Lokantası sahibi Raci Paşa. Yaklaşık 45 yıldır yemek işi ile meşgul. Salihli’de bilinen ve yemekleri sevilen bi yer Kosova lokantası. Biz tadına aşına olduğum Kosova köftesini ve zeytinyağlılarını yedik. Çok beğendik. Haftasonu gittiğimiz için yemek çeşidi azdı. Hata içi çok çok daha fazla yemek çeşidi oluyormuş burada. Eğer yolunuz düşerse öncelikle köftesini tatmanızı öneririm…
Turgutlu’da 89 yıllık Kasaba Köftesi…
Salihli’de şöyle bir turladıktan sonra önce Kurşunlu Kaplıcaları’nı ziyaret ettik, ardından meşhur Salihli kirazından almak için Allahdiyen Köyü’ne doğru çıktık yola. Ama nafile. Kiraz kalmamış bahçelerde. Toplanmış hepside.
Orda çay, burda kahve derken günü bitirmeye yakın yeniden eve, İzmir’e doğru çıktık yola. Turgutlu’ya gelirken birden aklıma bi köfteci düştü. Instagram’dan takipçim “Kasaba Köftecisi”.
Köftecinin üçüncü kuşağı Engin Şarlar, “Abi yolun düşerse ille beklerim” diye yazmıştı.
Kırmamaya çalışıyorum takipçilerimi, okurlarımı. Davete icabet etme gayretim var her daim. Sevgili dostum Özgür (@bugünbiraradayız)’a “Ne dersin bi uğrayalım mı?” dediğimde o çoktan rotayı Kasaba Köftecisi’ne çevirmişti bile. Hatırşinas adamdır Özgür…
Turgutlu’yu severim. Rahmetli teyzem öğretmenlik yapmıştı orada, sonra “Kasaba” olduğu yıllardan dostlarım olmuştu. Çok güzel, pek keyifli anlatırlar Turgutlu’yu.
Neyse kısa bir yolculuktan sonra Turgutlu’nun merkezi sayılabilecek, eski esnafların oluşturduğu, trafiğe kapalı bir sokağa geldik. Özgür “Abi iyi bi köfteci bu” diye girdi söze. Ben “Valla ben de ilk kez deneyeceğim, bakalım.” diye yanıtladım. Ama Özgür sokaktan anlamıştı.
Kasaba Köftecisi’nin önüne geldiğimizde, köftecinin üçüncü kuşağı Engin Şarlar, “Ooo Fedon abim gelmiş, Özgür abim gelmiş” diye karşıladı bizi. Bu sosyal medya hakkaten acayip. Dışardan gören der ki; kesin tanıyorlar birbirlerini. Ama öyle değil işte, ilk kez görüyoruz birbirimizi. Bu sıcaklık tamamen sosyal medyanın gücü!
Kendi çiftlikleri varmış Engin Usta’nın. Yani yediğimiz etler kendi besileri. Dededen köfteciler. Dede Mehmet Şarlar ilk köfteci. Engin’in babası Mehmet Şarlar babasından el almış. O da oğlu Engin’e el vermiş. Ve bu hikaye tam 89 yıldır sürüyor. Engin, 10 yıldır işin başında.
Enteresan bir köfteleri var. Kalın ve geniş, kalaylı bir ızgara üzerinde pişiyor köfte. Her gün taze, taze hazırlanıyor. Pişen köfte has tereyağı ile aynı ızgaranın üzerinde şenlendiriliyor ve pidenin üzerinde servis ediliyor.
Önce bana biraz garip geldi. Ama tereyağının burcu burcu kokusu burnuma gelince ve köfteyi tadınca işte budur dedim.
Biz akşamın son köftesini yedik. Öyle ki Engin, “Abi size yoğurtlu köftemizden de yapmak isterdim ama köftem bitti” dedi. Yani yetişen yiyor diyebiliriz bu Kasaba Kötesi’ni.
Günlük yapıyor Engin, Kasaba Köftesi’ni. Klasik köfteler gibi dinlenmiyor yani. Miktarını vermedikleri kuzu ve dana karışımı kıyma kullanıyorlar. Tereyağları mis kokulu. Yanında kendi yaptıkları bi ayran var ki, hakkaten çok güzel. Tavsiye ederim.
Bi de galiba kalaylı bakır ızgara ve odun ateşi başka bir lezzet katıyor köfteye.
Ha! Bu arada, bakır ızgarayı her hafta kalaylatıyorlarmış, onu da söylemek isterim.
Köftelerimizi yerken öğreniyorum ki Kasaba’nın yani Turgutlu’nun bir çok lezzeti var. Engin bi dahaki gezimizde rehberlik edecek.
Ve adı bende saklı eski Kasaba meyhanelerini gezdirecek bize…
Sö zuçar yazı kalır Engin, unutma bi Turgutlu turu yapacağız…
BEN OLSAM
Kordon’a, Bostanlı’ya eşek heykeli…
Kordon’da, Karşıyaka, Göztepe sahil şeridinde ne zaman bi soluklanayım desem hep aynı manzarayla karşılaşıyorum. Hatta geçen gün Bostanlı sahilde bir mahlukat öyle bi oturmuş ve öyle bi çiğdem tüketmiş ki, oturduğu sandalyenin altı resmen dağ olmuş!
Yahu mübarek o çiğdemin kabuğu tuzlu, vazgeçtim temizlenmesinden, o tuz güzelim çimleri kurutuyor. Bi dahaki hafta orada oturamıyoruz, ki sende başka bi yeşilliğe gidiyorsun maalesef. Atmasan ne olur şu çiğdemi, bi yerde toplayıp çöpe atsan bi yerlerin mi eksilir.
Neyse diyeceğim şu, çiğdem satan arkadaşlar lütfen alan insanlara ekstra bi külah daha veriniz. Oraya toplasınlar kabuklarını.
Bi de ben belediyenin yerinde olsam, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in “Çiğdem yiyen eşek” heykelinden bi kopya isterdim. Hem kordona hem de Bostanlı’ya birer tane koyardım. Eskişehir’de işe yarayan, insanları yere çiğdem kabuğu atmaktan caydıran eşşeğin İzmir’de de işe yarayacağına eminim.
Hadi be başkan, dik şu heykeli kordona, Bostanlı’ya.
Yeşil çimlerin hatırına. Yap bunu…