Eski günleri, eski şarkıları özler oldum son zamanlarda. Yıllar sonra Gülden Karaböcek, Ferdi Tayfur dinlemeye başladım. Şimdi kulağımda Gülden Karaböcek’ten “Kır Çiçekleri” var. Bülbül sesiyle, “Bir türlü aklımdan çıkmıyorsum sen, feryadımı duyup dönmüyorsun sen, ne vardı sanki böyle küsüp kaçacak, sevildiğini bilmiyorsun sen, dön gel artık civelek yarim, bir bilsen seni ben nasıl severim, takma başına kır çiçeklerini, çiçeklerden daha çok güzelsin yarim...”
Böyle tatlı bir hüzünle sürüyor şarkı. Ferdi Baba da dillendirmiş aynı şarkıyı. O da başka güzel. Neden böyle oldum, hüzne daldım bilemedim. Halbuki 53 yaşımda olsam da bir “influencer”im ben (ne havalı isim be), üstelik de çok genç, dünyaya farklı bakan, cıvıl cıvıl arkadaşları olan bi influencer.
Şarkıyı dinlerken hüzünle dolan aklımın kalan kısmıyla, şöyle bi düşündüm de, bu ara böyle düşünmeme, daha fazla geçmişe özlem duymama sebep, olsa olsa pidecide, köftecide, çorbacıda ödediğim “aynalı” hesaplardır! Geçmişte hep yaptıklarımı yapamamam, aldıklarımı artık alamamamdır belki. Mevzu derin anlayacağınız. Neyse, sıkmayayım canınızı. İyisi mi ben size Bornova’da Urfalı eski bir ağır vasıta şoförü olan, ama son 22 yıldır şahane içliköfte, çiğköfte ve künefe yapan Mehmet Özparlak Amca’dan söz edeyim. Geçen hafta bir dostumun tavsiyesiyle gittim dükkânına. Aslında eskileri hatırlatan da bu dükkân oldu. Ana caddenin bi arka sokağında, pek hareket olmayan, sakin, sessiz bi sokakta dükkânı.
Yazın birkaç kez uğradım aslında, Bornova’ya yolum düştükçe. Ancak yılda bir ay kapatıyormuş usta, bi türlü rastgelemedik.
Eylül sonunda nihayet buldum Urfalı Mehmet Amcamı. Dükkâna girince şaşırdım. Tabelada Urfa Sofrası yazmasına rağmen içeride dolabı bomboştu. Seslendim “Kimse yok mu?” diye. İçeriden “Mutfaktayım, buyurun” dedi. İçliköfte yapıyordu. Bayağı da yapmıştı. Buna da şaşırdım. Çünkü ne gelen vardı dükkana, ne de giden.
İşini bitirdikten sonra benim için de yaptı iki içliköfte. Yanına biraz da, Urfa usulü yaptığı çiğköftesinden sıktı. Birlikte oturduk masaya. Ben çiğköfte ve içliköftemi yerken, memleketinden, eskilerden söz ettik. Ağır vasıta şoförüymüş, yıllarını yollarda geçirmiş. Uzun yol şoförlüğünü bıraktıktan sonra açmış bu dükkânı. “Bi belimizi doğrultup da şöyle köşe bi dükkâna geçemedik evlat” diyor. Bense onun gibi düşünmüyorum. Benim anlayışıma göre “işi yapan köşe değil, köse”dir. Elbette dükkânın yeri önemli, lakin aslolan insandır. Dolap neden boş dediğimde, elektrik parası çok geliyor, ben de çareyi ev tipi dolap kullanmakta buldum, diye yanıtlıyor. Sohbetimiz sürerken ara ara müşteriler geliyor. Amcam, evine gelen misafirleri gibi ağırlıyor onları. Şimdi anlıyorum onca içliköfteyi neden yaptığını. Yol müşterisinden çok, sipariş müşterisi fazla.
Yemeğimi yerken eski dostluklardan, memleketin bolluğundan söz ediyoruz. Telefonsuz yılları konuşurken araya siyaset de sıkıştırıyoruz. Bir içliköfte ve biraz çiğköfte açlığımı gideriyor ama amca duracak gibi değil. “Evlat, üzerine bi künefe iyi gider” diyor. Zar zor ikna ediyorum yiyemeyeceğime. Alacağım olsun deyip kalkıyorum.
Dükkândan çıkarken eskileri konuşmaktan, biraz nostalji yapmaktan pek keyif aldığımı hissediyorum. Galiba ondan olsa gerek, yazımın başında dediğim gibi Gülden Karaböcek’i, Ferdi Tayfur’u dinler buluyorum kendimi. Ben pek çok sevdim amcayı, içliköftesini, çiğköftesini ve şahane muhabbetini elbet. Ellerin dert görmesin Urfalı Mehmet. Haberin olsun, künefe alacağım var, ille geleceğim...