Ani kararlar her daim eğlencelidir. Birlikte gezmekten, bi şeyler yapmaktan keyif aldığımız bir arkadaş gurubumuz var. Seviyoruz bir arada olmayı.
Bundan üç, dört ay önce bi rakı masasında sohbetin ortalarında kimin tarafından ortaya atıldığı belli olmayan bir Kıbrıs konusu açıldı. Herhalde 10 dakika sonra da uçak biletleri alınıp Kıbrıs’a gitme işi kesinleştirildi.
Ardından her birlikte olduğumuzda Kıbrıs dilimizden düşmedi.
Benim adaya ilk seyahatim. O nedenle gidenlerin anlattıkları ve okuduklarımdan başka bir bilgim, fikrim yok. Yani rehberimiz Özgür, daha önce adada yaşamış olan Deniz ne diyorsa biz inanacağız. Durumumuz bu!
Bavul kayboldu
Uzatmayayım öğlen saati İzmir Adnan Menderes havaalanındayız, bir saat sonra da Ercan Havaalanında. Yalnız beni havaalanında kötü bir sürprizin beklediğini bilmiyorum. Herkesin eşyası tam! Benim bavul kayıp. İlk şoku atlatır atlatmaz “Amaan boşver be, iki don bi gömlek di mi, bulunur nasıl olsa” deyip bizi bekleyen otobüsümüze atıyoruz kendimizi. Hava sıcak, nem yüksek, ama bizim gençliğimiz var, keyfimiz yerinde…
Fırın kebabı efsane!
Bizim gibi bi gurup gezmeye giderse, hemen ne ister. Taabbi ki yemek!
Daha önce sevgili Özgür kaba bir plan yaptığından genel olarak gideceğimiz, gezeceğimiz yerler belli. O nedenle istikamet Mağusa’da pek turistlerin bilmediği, yerel halkın tercihi Sertbay Kebap…
Sizlere yoluculuğun detaylarını da anlatmak istiyorum aslında ama anlatırsam sayfalar yetmez. O denenle genel olarak yemek yediğimiz yerlerden söz edeceğim. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra “yol insanı acıktırır” durumundan ötürü acayip açız. Bize göre sokaklar boş, hatta kimsecikler yok diyebiliriz. Özgür’ün sürekli “trafiğe dikkat, burada herşey tersten” uyarılarıyla dalıyoruz Mustafa Sertbay’ın dükkanına. Tatlı bir Kıbrıs şivesiyle, candan, yürekten karşılıyor Mustafa abi bizi. Oturacağımız yeri seçer seçmez öyle bir manzarayla karşılaşıyoruz kiii, ağzımızın suları sel oluyor resmen. Masamız hazır, servis tabaklarımız hazır, salatamız, bir iki mezemiz, koyun yoğurdumuz, çakistas zeytinimiz önümüzde. Aman Allahım o da ne! Toprak fırının içinden çıkan ete inanamıyoruz. Kıbrıs’ın meşhur fırın kebabı! Son zamanlarda yediğim en güzel etlerden biri bu oluyor. Elbette sevgili Mustafa Sertbay abimizin “datlı dili”, hoş sohbeti renk katıyor masamıza. Sonra birer ikişer şeftali kebabı da götürüyoruz ustanın ellerinden. Oh keyfimize diyecek yok. Güzel başlıyor Kıbrıs, inşallah böyle de gider diyerek kalkıyoruz Sertbay Kebap’tan.
Topunuz Maraş’a kaçabilir!
Zaman kısa olunca günün her anını değerlendirmek istiyoruz. Aynı gün hem biraz denize girmek, hem de Hayalet Şehir Kapalı “Maraş”ı görmek için çıkıyoruz yola. Kısa bir süre sonra tel örgüler boyunca kapatılmış, derin bir sessizlik içinde Maraş’ın kapalı mahallelerine, sokaklarına paralel ilerliyoruz. Denize girdiğimiz nokta Maraş’a sınır. Sınır’ı gözünüzde büyütmeyin. Kıbrıs’ta sınırlar bir el mesafesi kadar. Yani siz plajda top oynarken, topunuz Kapalı Maraş’a kaçabiliyor. Derin bir sessizlik ama bir o kadar da hala ihtişamını koruyan Maraş’a üzülüyoruz. Burada insanlar olmalıydı, yaşam sürmeliydi düşüncesiyle kalacağımız White Pearl Otel’e çeviriyoruz yönümüzü.
40 ÇEŞİT MEZE
Otelimiz şirin mi şirin. 180 yıllık tarihi bir yapı Girne limanı da, şahane manzarası olan sıcak bir mekan. Yorgun argın geldiğimiz otelimizde zamanın darlığından, yapmak istediğimiz şeylerin çokluğundan dinlenme şansı bulamadan apar topar ayrılıyoruz. Şehir turu yapacağız, akşam Lefkoşa’da güzel bir meyhanede yemek yiyeceğiz. İşimiz çok yani. Otel çevresini hızlı bir tavaftan sonra akşam yemeğimizi yiyeceğimiz Lefkoşa Gönyeli’deki “Eski Konak Meyhanesi”ne doğru yola çıkıyoruz. Arabanın içinde muhabbet öyle tatlı ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan gecemizi aydınlatan dolunay eşliğinde iniyoruz aracımızdan. Bahçeli, yeşili bol, eski ama düzenli bir yere benziyor burası. Masamıza geçerken kalabalık oluşumuzdan biraz gürültülü oturuyoruz yerlerimize. Restoran sahibi masamıza gelip, bir kez daha hoş geldiniz diyor. Sonra şov başlıyor!
Şov diyorum, çünkü ilk defa masadan kalkarken tadamadığım mezeler oluyor burada…
Kıbrıs’ta genel olarak bu ve benzeri yerlere gidildiğinde yemek için fiks bir mönü uygulanıyormuş. Sonrasında içtiğiniz rakıın, içeceklerin parasını ayrı ödüyormuşsunuz. Vee kaç kişi olursanız olun ortalama masaya otuz, kırk çeşit meze geliyormuş. İşte bu nedenle ilk defa bazı mezelerden tadamadan kalktım.
SAMARELLA
Genel olarak Eski Konak Meyhanesi’nin meze ve yemeklerini beğendim. Ancak benim için yeni bir keşif olan, tuz ve güneş ile marine edilmiş “samarella” diye bir et, meze ile tanıştım ki, bence Kıbrıs’ın Hellim’inden sonra nam yapacak bir ürün gibi geldi bana.
Oğlak ya da koyun etinden, çiğden yapılıyormuş bu güzel meze. Aslında bir et saklama biçimi bu, fakat meze olarak da şahane bir lezzet. Gittiğinizde mutlaka denemenizi öneriyorum.
Güzel anlar çabuk bitermiş. Ama asla hafızadan silinmezmiş.
İşte tatil bitti. Otelden ayrılma zamanı. White Pearl Otel’in sahibi, meslektaşım Birol Bebek bizzat uğurluyor bizi. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.
Uçağımız geç saatte. Biraz alışverişten sonra Lefkoşa’ya doğru yola çıkıyoruz. Kale içinde bir yere park ettiğimiz aracımızdan inip, taa tel örgülere kadar yürüyoruz. Ellerimiz tellerde Rum tarafındaki yaşamı seyrediyoruz buruk bi hüzünle… Keşkelerle dolu cümleler kurup, kale içinden ara sokaklara, eski evlerin arasına atıyoruz kendimizi. Tarihe dokuna dokuna, koklaya koklaya geziyoruz bu güzel mekanları.
İşte çok hızlı karar verdiğimiz, yüreğimizde, benliğimizde şahane izler bırakan yolculuğumuz Ercan Havaalanında sonlanıyor.
Ve son söz, Kıbrıs’a gidince mutlaka gabbar turşusu, kereviz turşusu ve koyun yoğurdunun tadına bakın. Hellim ve Samarella alın. Ha bi de yemeklere çok erken ve tok gitmeyin!
Daha anlatacak çook şey var ama şimdilik bu kadar…
Hoşçakal Kıbrıs!
Aklım sen de kaldı, almaya geleceğim haberin olsun…
Not: Bu gezi de birlikte keyfettiğimiz tüm dostlarıma teşekkür ederim…