Yağ çekme, toksinlerden arınma ve gençleşme için uygulanan çok eski bir Ayurveda (Hindistan’ın alt kıtasında ortaya çıkan antik bir sağlık sistemi) yöntemidir. Kayda değer sonuçlar veren çok basit bir uygulamadır. Yağ çekme hakkında bireyler duymuş, merak etmiş ama hiç denememiş olabilirsiniz. Yağ çekme hakkında bildiklerimizi toparlayalım.
Yağ çekme aslında, rafine edilmemiş iyi kalite bir yağ ile yapıldığında ağız gargarası kullanmanız gibidir. En popüler ürünler ise hindistan cevizi yağı ve susam yağıdır. Bu işlem herhangi bir yerde 5 ile 20 dk arasında yapılabilir, ideal zaman aralığı genellikle 15 dakika olarak belirtilir. Bu süreç ağzınızda veya lenf sisteminde yaşayan bakterileri, toksinleri ve parazitleri uzaklaştırmaya yardımcı olduğu düşünülüyor. Tükrüğünüzün yardımıyla bütün bu istenmeyen maddeler artık atılmaya hazırdır. Yağ çekme işlemi bakterilerden arınan bir ağız yapısı sebebiyle dolaylı olarak dişlerinizin re-mineralize olmasını ve diş etlerinizin güçlenmesini de sağladığı
Porselen restorasyonların beyazlatılabilmesi mümkün müdür? Yoksa porselenlerinizin daha beyaz olması için onları değiştirmeniz mi gerekiyor?
Porselen kuronlar, venerler ve kompozit dolgular ağız içinden çıkarılamadıkları için beyazlatılmaları ne yazık ki mümkün değildir.
Dişleri beyazlatmak için kullandığımız beyazlatma jelleri sadece doğal dişlerde etki gösterir, porselen yüzeylerde beyazlatma etkileri mevcut değildir. Kompozit dolgularda ise bağlantı yeterince ince ise ufak bir miktar beyazlama gözlenebiliyor.
Daha beyaz görünmeleri için eski porselen kuronların (diş kaplamaların) yenilenmesi gerekir. Bunu diğer dişlerin de beyazlatıldıktan sonra yapılmasında fayda vardır, çünkü diş hekimi yeni restorasyon ile elde etmesi gereken beyazlığı daha rahat saptayabilir. Eski porselenlerin değiştirmeden önce diğer dişlere yapılan diş beyazlatmadan memnun kalıncaya dek en az birkaç hafta beklenmesini tavsiye ederim.
Porselen laminalarda (Yaprak porselenlerde) ise dişe yapıştıktan bir süre sonra ışık geçirgenliğinden dolayı alttaki dişin rengi dışardan
İçme Sularının Florlanması: Ne Zaman, Nerede ve Niçin?
Florun dişler üzerine etkileri 1930’larda keşfedilmiştir. Doğal olarak florlu su içen bireylerde daha az çürük problemi olduğu diş hekimlerince bildirilmiştir.
Toplumlar içme sularına ilave flor koymaya 1945 yılında başlanmıştır. Florlama suyun içindeki doğal flor oranının 0.7 ve 1.2 (milyonda bir) ppm olarak ayarlanmaktadır. 1945 yılında ilk defa içme suları florlanmaya başlamıştır. 15 yıllık çalışma sonucu suların florlanması çocuklarda %60 oranında çürüklerde azalmaya neden olmuştur. Bütün ülke genelinde içme sularının florlanması ile çürük oranlarındaki değişim;
8 yaşından küçük çocuklarda %30-%60
8-12 yaşa arası çocuklarda %20-%40
Daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde ise %15-%35 arasında azalma görülmüştür.
Düşük çürük yüzdesi daha az diş çekimi, daha az dolgu ve düşük maliyet olarak geri dönüş yapmıştır.
60 farklı ülkede ortalama 360 milyon kişi florlu su kull
Yeni yapılan araştırmalar; alkolsüz içecekler, meyve suları ve spor içeceklerindeki yüksek asit seviyesinin çocukların dişlerine karşı ciddi bir tehdit oluşturduğunu ortaya koyuyor.
Diş minelerinin gördüğü kalıcı zararın, yüksek asidin dişle temasa geçtiği ilk dakika içerisinde gerçekleşmeye başladığı görülmüş.
Yüksek asitli içecekler tüketildikten sonra çocukların dişlerinin bir saat içerisinde temizlenmesi de yeterli gelmiyor. Dişler çoktan zarar görmeye başlıyor, asit saldırısına maruz kalıyorlar. Sağlıklı bir ağızdaki koruyucu mekanizma ile asitler arasında bir denge mevcuttur. Ne var ki bu denge kolaylıkla asitlerin baskın olacağı şekle dönebilir, ne türden bir asit olduğu fark etmez, dişler asitle temas ettikten kısa bir süre sonra zarar görmeye başlar.
Yüksek asit barındıran içecekler, diğer unsurlarla da birleşerek çocukların dişlerinde daha büyük ve geri dönüşü olmayan zararlara yol açıyor. Buna ek olarak, hem çocukların hem de yetişkinlerin geceleri dişlerini gıcırdatma
Akdeniz diyetinin, kalp ve damar rahatsızlıkları, göğüs kanseri, kalın bağırsak kanseri gibi hastalıklar başta olmak üzere pek çok hastalığın riskini azalttığını artık biliyoruz. Son zamanlarda yapılan birçok çalışma, diyetimizin, sadece diş çürükleri değil, ağız kanserinin gelişiminde de büyük rol oynadığı bulgusuna ulaştı. Yapılan çalışmalar aynı zamanda ağırlıklı olarak Akdeniz beslenme tarzını uygulayan kişilerin bu kanser tipinin gelişiminde düşük risk taşıdığını da buldu.
Milano Üniversitesi’nde, yeme alışkanlıklarının ve Akdeniz beslenme menüsünün ağız kanseri gelişimindeki rolünü daha detaylı araştırmak için, ağız kanseri olan 768 hasta ve 2.078 kontrol bireyi üzerinde, 1997-2009 yılları arasında İtalya ve İsviçre’de yaptıkları çalışmaların verilerini analiz etti.
Zeytinyağı, Tahıllı Ekmek…
Bu kapsamlı çalışma sonucunda Akdeniz diyetinden oluşan beslenme menüsünün ağız kanseri üzerinde olumlu bir etkisi olduğuna dair güçlü kanıtlar elde edildi. Diş çürükleri
Kahveye süt ekleyerek diş lekelenmesini azaltabileceğiniz gibi çay için de aynı işlemi uygulayarak dişlerinizin daha beyaz kalmasını sağlayabilirsiniz.
Çaya Konulan Süt, Diş Renklenmelerini Nasıl Azaltır?
Çayın içindeki flavinler, dişlerimize yapışmaya eğilimli ve dişlerimizi renklendiren moleküller barındırırlar. Kazein adı verilen aynı zamanda hayvan sütünde bulunan proteinlere güçlü bir yapışma özelliği vardır. Kazeinler, leke yapan molekülleri çevreleyerek dişinize yapışmalarını engeller. Süt proteinleri ve bu tarz moleküller arasındaki bağ, süt yağları tarafından geliştirilir. Bir başka deyişle, sütün içindeki yağ oranı ne kadar yüksekse dişlerdeki renklenme o kadar az olur.
Ne yazık ki renklenme üzerindeki bu etki; soya, pirinç, badem ya da hayvansal olmayan diğer türlerde geçerli değildir. Hatta bu türler daha fazla lekelenmeye sebep olabilir ama yağ oranı yüksek olan inek sütü ya da diğer hayvan sütlerinin lekelenmeyi büyük oranda azaltacağını aklınızın bir köşesinde bulundurun.
Bir bardak buzlu su içtiğinizde, şekerli bir şeyler yediğinizde ya da sıcak çorba içtiğinizde bir veya birden fazla dişinizin, sinirleriniz aracılığıyla ilettiği his sizi yerinizden oynatıyor değil mi? Bu, hassas dişlere sahip olduğunuz anlamına geliyor.
Peki, bu neden oluyor? Dişiniz niye sıcağa, soğuğa, tatlıya ya da ekşiye, hatta kimi zaman baskıya tepki gösteriyor? Diş hekimleri de hastanın neden hassas dişlere sahip olduğunu bulmak için dedektiflik oynamak zorunda kalıyor. Çünkü dişlerin hassas olmasına yol açan, diş yapılarını zedeleyebilen ve acıyı dindirmek için kanal tedavisi gerektiren -travmadan diş hastalıklarına kadar- pek çok farklı neden bulunuyor. Bir ya da birden fazla diş en ufak bir baskıya karşı hassaslaşabiliyor. Örneğin sert bir mısır tanesini yanlışlıkla ısırdıysanız ve bunun sonucunda dişiniz kırıldı veya zarar gördüyse bu diş genelde diş hekimleri tarafından temizlendikten, doldurulduktan ya da başka şekillerde üzerinde çalışıldıktan sonra hassasiyet kazanabiliyor.
Bazen bu tür bir hassasiyetin geçmesi haftalar, hatta aylar alabiliyor. Diğer
Kahve ve çay demlerken kullandığınız su çeşidinin dişlerinizi renklendirmesi tahmin ettiğimizden daha fazla etkisi var. Dişlerimizin üzerine yapışarak leke yapan moleküller diş yüzeyinizde bulunan protein ve kalsiyuma –özellikle siyah çaydaki flavin maddesi– karşı bir ilgisi vardır. Aynı kimyasal etkileşim, suyun içindeki mineraller için de geçerli. Bu, şu anlama geliyor; çay ya da kahvedeki leke yapabilen moleküller, çayı ya da kahveyi demlemek için kullandığınız sudaki kalsiyum yükü ve proteinlerle birleşiyor ve dişlerimizin yüzeyine çökeliyor.
Dişlerde Renklenme Nasıl Azaltılır?
Eğer çay veya kahve demlemek için sert su ya da “acı su” – mineral içeriği, yani tipik olarak kalsiyum ve magnezyum oranı– yüksek su kullanırsanız, leke yapan moleküller dişinize daha az yapışır. Suyun, mineral taşıyıp taşımadığı sertliğinden anlaşılıyor. Sert su, aslında toplumdaki genel kanının aksine daha kalitelidir. Yumuşak içimli suların, sert sulara göre daha az mineral taşıdığı da bilinmektedir.
instagram :