AK Parti ile CHP arasında liderler düzeyinde başlayan yeni dönemin adını Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan koydu: Yumuşama dönemi. Tanım elbette bir önceki hâlin zıddını ifade ediyor. Tam olarak bundan ötürü, görüşme olasılığı ortaya çıktığı andan gerçekleşmesine geçen süre boyunca merak uyandırdı. Görüşmenin içeriğinin üç gündür konuşuluyor olması ve hatta bir süre daha konuşulacak olması bu yüzden normal. Lakin asıl mesele yumuşamanın başlangıç seviyesinde kalıp kalmayacağı.
Özgür Özel’in görüşme niyetine, Tayyip Erdoğan’ın kredi açtığının göstergesi, randevu mekanının AK Parti Genel Merkezi olarak belirlenmesiydi. Böylece Özel’e, randevu talep edeceğini açıkladıktan sonra seslerini yükseltenlere karşı, kolaylaştırıcı olundu. Bir çok CHP’li bu yüzden, adeta bir oh çekerek, “şık davranış” dedi. Özel’in kendisine bir büyükelçinin eşlik etmesi talebine olumsuz yaklaşılmaması da aynı çerçevede değerlendirilebilir. “Üçüncü koltuk” ya da “boş koltuk” hadisesinin gerilim noktası haline dönüşmeden hızla aşıldığı ortaya çıktı. Belli ki meselenin dallanıp budaklanmaması için iki taraf da gayret gösterdi. Uzatmadı, takılmadı. Görüşmenin içeriği konusunda iki tarafın da olumlu tarafları öne çıkarmış olması ise bir başka önemli aşamaydı. Zira kamuoyuna karşı taraflardan herhangi biri tek bir olumsuz cümle yansıtmış olsaydı, elinde körükle bekleyenler ortalığa saçılacaktı.
Gerilimden beslenenler
Şundan adım kadar eminim, her iki siyasi partinin etrafında kümelenen bir kısım siyasetçi, akademisyen, gazeteci ve hatta seçmen bu aşamaya gelinebilmiş olmasından dahi rahatsız. O kadar ki, seçtikleri kelimelerden, kurdukları cümlelerden, yaptıkları paylaşımlardan anlaşılıyor. Randevu zamana yayılsaydı ya da verilmeseydi, koltuk mevzusu üzerinde tepinilseydi, “İşte bunlar var ya bunlarcılar”, “şöyle tuzak, böyle komplocular” hazır kıta bekliyordu. Gerilimden, sertlikten beslenen, siyasette değil normalleşmeye, yumuşamaya tahammül edemeyen, bundan bilakis beslenenler henüz bir yere gitmediler. Orada öyle bekliyor ve daha uzun beklemek için medet umuyorlar. Gerçi bir tarafta da, şu kadarcık olup bitenden hızla AK Parti-CHP koalisyonu çıkarmaya hazırlananlar var. Onlara da birinin “az sakin olun” demesi gerekiyor.
Aradaki mesafe o kadar açık ve karşılıklı güven kaybı o kadar fazla ki, bugünden yarına hızla bir normalleşme beklemek hayalperestlikten başka bir şey değil. Ancak el sıkışabilmek, hiç değilse kriz anlarında konuşabilmek, gerektiğinde bir konuyu olgunlaştırabilmek kıymetli. Daha kıymetli olan ise, liderler düzeyinde sağlanabilecek samimi diyalog sürecinin alt kademelere ve yanlara yani partileri destekleyen kesimlere doğru yayılmasıdır. Nesnel bir sınıra yaklaşılıncaya kadar bu sürdürülebilirse ne âlâ. Bunun uzun, ardışık sınamalar sonucunda sağlanabileceğine de kuşku yok. Ama buna Türkiye’nin ihtiyacı var. Sakinlik iyidir, rasyonellik onun kardeşidir.
Bundan sonraki test, yakalanan havanın sürdürülebilirliğidir. Nasıl olabileceği konusunda farklı zihin egzersizleri yapılabilir. İlk akla gelenlerden biri; her konuda olmasa da, bazılarında ortak nokta bulabilmektir. CHP önerilerinden bir kısmının dikkate alındığı gördüğü anda, dönüp kendi kitlesine “gördünüz mü” diyebilir. Aynısı AK Parti için de geçerli. Taraflar sonuç aldıkları sürece ileri doğru bir adım daha atılır. Yeni hâli benimse(ye)meyen, çıkarlarına uygun bulmayan, bu nedenle de öyle ya da böyle enfekte etmeye çalışanlar olacaktır. Çünkü hep olur. Bu durumda da üslûp ve şeffaflık, emniyet kemeri işlevi görecektir. Daha çok unsur olduğu aşikâr ama bu kadarı da az değil.