08.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Nilüfer KUYAŞ
Geçen Pazar günkü yazımın başlığı "Cumhuriyet'i nasıl kutladım?" olacaktı, ama ne tür bir operatör hatası gerçekleştiyse, "Cumhuriyet'i nasıl kurtardım?" şeklinde yayınlanmış; ani bir megalomani nöbetine yakalanmadığımı bildirir, bu hata için özür dilerim. Yazı o talihsiz başlıkla çıktığı gün, ben de yeni gösterime giren "Cumhuriyet" filmini izliyordum. Salon doluydu. 34 sinemada birden gösterilen filmi ilk üç gününde 62 bin kişi izlemiş ve 60 milyar lira hasılat elde edilmiş.
Bence 'Cumhuriyet' için film demek yanlış olur, hakkında film eleştirisi yapmak da bu nedenle imkansız. Ben bu çalışmayı İngilizlerin 'drama documentary' dediği, dramatik belgesel tarzında bir çalışma olarak gördüm. Eğer olaya böyle bakarsak, film olarak çok eleştirebileceğimiz bir eser, birdenbire başka bir mahiyet kazanıyor. Bence doğru olan da bu. Cumhuriyet'in ilk on yılını, yani Atatürk inkilaplarını, gene çoğunlukla Atatürk'ü merkez alan bir bakışla resimleyen ve dramatikleştiren bir çalışma sözkonusu. Türkiye'de belgesel maalesef hala çoğunlukla bir anlatıcının uzun uzun okuduğu metni resimlemek şeklinde anlaşılıyor ve icra ediliyor; halbuki hem tarihsel hem de güncel konularda belgesel artık anlatıcının tamamen silindiği bir ifade gücünün peşinde. Size anlattığı öyküyü yaşatmaya çalışıyor. Bence 'Cumhuriyet'i böyle ele almak daha yararlı olur.
Böyle baktığınız anda, senaryonun neden bazı olaylar üzerinde derinleşmek yerine, ilk on yıllık bütün süreci şematik kalma pahasına özetlemeye çalıştığı kendiliğinden çıkıyor ortaya. Aynı şekilde, oyuncu kadrosunun gayet yetkin ama abartısız ve hatta düz bir oyun çıkartması da yerli yerine oturuyor. Bu bağlamda, Atatürk'ü canlandıran Rutkay Aziz'e bir methiye yazmadan duramayacağım. Yaptığı işin zorluğunun altında ezilmek şöyle dursun, benim ancak İngiltere tiyatro ekolünde tanık olduğum bir ustalıkla, Atatürk'ün tarihsel kimliğini öne çıkaran bir insani portre ölçüsü içinde, tam bir tarihi belgesel yorumu çıkartmış. Bunu başarabilen, her şeyi başarır. Bence Tarquin Olivier, Hollywood yıldızları arasında ümitsiz arayışından vazgeçip, eğer şu meşhur Atatürk filmini hakikaten çekecekse, rolü bir an önce Rutkay Aziz'e önermeli. Eğer bu film gerçekten bir Cumhuriyet ve inkilap tarihi belgeseliyse, tarihi doğru ve ölçülü mü yansıtıyor sorusunu tarihçilere bırakmak lazım. Ben ancak bazı sorularla yetinebilirim. Mesela, ayrıntı da olsa bir örnek: Filmin başında kısaca gördüğümüz Halide Edip, bir dahaki sefer (gönüllü) sürgüne giderken görülüyor; iyi de, neden? Ya Halide Edip'in Atatürk'e hangi konularda muhalif düştüğü de gösterilmeli, ya da bu sahne hiç olmamalıydı. 'Her devrim bazı evlatlarını hırpalar' gibi bir yorum, olayı anlamamıza yetmiyor.
Filmin şematik olaylar akışı içinde sadece üç olayı daha ayrıntıyla canlandırdığını görüyoruz: Şeyh Sait İsyanı, İzmir suikasti ve Menemen olayı. Ama her üçü de eksik. Şeyh Sait'in adamlarının bir karakolu basıp asker öldürmesi, ardından da yargılanışları dramatize edilmiş, ama Kürt isyanıyla ilgili tek cümle değerlendirme yok. İzmir'de Atatürk'e düzenlenen suikastin dramatik hazırlığını ve yargı aşamasını görüyoruz, ama suikastin nedeni konusunda hiçbir şey yok. Menemen olayı ise, şehit subay Kubilay'ın kafasının kesilmesine varana kadar canlandırılmış, ama sonuçları ve yankıları hiç verilmiyor. 'Cumhuriyet' filminin, İslamcılık akımlarının sıcağı sıcağına yaşandığı günümüzde, irtica sorununa bu kadar ağırlık vermesi anlaşılabilir bir olay, ama içini doldurmaması aynı nedenle bir o kadar anlaşılamaz bir durum. Aydınlık ve karanlık güçler çatışmasında aydınlığın güzel verilip, karanlığın karanlık bırakılmasını bir ölçüde anlayabilirim; Türkçe ezan okunan sahne beni çok duygulandırdı, çünkü estetikti ve bir şeyin güzelliğinin, hazmedilmişliğinin, onun doğruluğuna ipucu sağladığına hala inanacak kadar safım belki de. Ama bu sahnenin tek ve yorumsuz verilmesi de ilginç. Bir belgesel her şeyi açıklayamaz ve tartışamaz, bazı şeyleri de merak ettirsin gibi bir sonuca mı varmalı acaba?Bu film devlet parasıyla yapıldığı halde, çok da propaganda kokmuyor aslında. Hatta Atatürk'ü özel hayatıyla, evliliğiyle ve zaaflarıyla da gösteriyor; üç boyutlu olmasa da iki buçuk boyutlu bir portre. Metin Erksan, Atatürk Filmi kitabında, Atatürk rakı içerdi, insandı, vs. gibi ayrıntıların bu büyük lideri canlandırmakta asla kıstas alınamayacak şeyler olduğunu söyler. Ve Atatürk'ü canlandırmanın zorluğunu anlatır. Hatta 1988 yılında yapılan Atatürk Filmi yapılabilir mi konulu panelin tam demokratik koşullarda yapılabilmesine hayret eder. Gerçekten de, Atatürk'ü tam anlamıyla canlandırmanın ben Türkiye'de daha uzun yıllar mümkün olmayacağı kanısındayım. Ama 'Cumhuriyet' filmini 10 Kasım'da izlemenin de bizi utandıracağını sanmıyorum.
Umut Sanat Filmleri genel müdürü 'Bu filmi her Türk izlemeli' demiş; kendisine yüzde yüz katılıyorum. Ama Atatürk'ün ölümünün 60. Yıldönümünde bu filmi her Türk tartışabilir mi? Orada hala büyük bir soru işareti var.
Sanırım bunu bir film değil bir belgesel olarak görmek bu açıdan da önemli.