Emel Aner Aktan
(Hiçbir başarı rastlantı değildir.)
Değerli okurlarım başarıları alkışlamaya devam ediyoruz. İyiler ve iyilikler paylaşıldıkça çoğalır. Bu köşede başarı öykülerini paylaştığım değerli dostlarımın ortak özellikleri başarılı olmalarının yanında mütevazi ve samimi olmalarıdır. Bugün sizlerle Sayın Emel Aner Aktan'ın başarı öyküsünü paylaşacağım.
Emel Hanım öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
-Cengiz Bey merhabalar. Öncelikle severek takip ettiğim köşenizde beni ağırladığınız için çok teşekkür ederim. Aslında başarı öykülerinizde ilk önce sizin yaşamınıza yer vermek lazım. Çizginizi koruyarak çok başarılı işlere imza atıyorsunuz. Özellikle de kitaplarınız yürekten kutluyorum.
Birbirlerini tanımayan iki kişi bir araya geldiğinde ilk konuşulan şey; ’Adım şu... Nerelisiniz? Memleketim şu... ‘dersiniz. Bunlar net ve kolay soru ve cevaplardır. Ancak benim için bu iki basit soru yaşamım boyu hep karın ağrısı olmuştur. Soğuk bir kasım günü annemin doğum sancıları tuttuğunda, babamın memuriyeti nedeniyle bulunduğu Çankırı’da bulunuyorlarmış. Dolayısıyla ben Çankırılı olmamakla birlikte Çankırı doğumluyum. Uzun ve zahmetli bir doğum sürecinden sonra ismimi kulağıma okumuşlar. 'Emel Anel.' Emel küçük yaşta ölen halamın adıymış. Anel ise romantik anne babamın buluşu... İsimlerinin harflerini kağıtlara yazıp kura çekiyorlar ve ortaya Anel çıkıyor. Çıkıyor çıkmasına ama nüfus memuru ismi anlayamadığı için Ener yazıyor. Sonrasında güya düzeltiliyor Aner oluyor. Sonrasında ben de biraz uğraştım Anel için ama Aner halihazırda. Belki bir gün aslına rücu eder.
Seneler geçiyor Çankırı’da. İlkokulu bitiriyorum. Anne memleketim Ankara’ya tayinimiz çıkıyor. İsmimde yaşadığım kimlik karmaşasını ömrüm boyu nerelisiniz sorusunda da yaşadım ben. Ortaokul, lise derken Ankara Üniversitesi bitiriyorum. Hep Ankara'dayım. Aslen İstanbul Fatihli ama üç kuşak Ankaralı olan anne tarafının memleketinde geçiyor yıllar... Bu arada büyük büyük annem Fransız. Fransa Kerleve’den... Adı Amire Hanım olarak değiştirilmiş. Dedem ise Şamlı.... Evlenip İstanbul'a yerleşmişler. Gelelim baba tarafına. Babam Selanik göçmeni. Atatürk’le aynı sokakta evleri... Oradan mübadeleyle göçüp Çanakkale’ye yerleşmişler. Ama karmaşa burada da devam ediyor. Benim kütüğüm Erdek... Çünkü dedem Erdek belediye başkanının oğlu. Köklü Erdek ailelerinden... Ama ben bir kez bile Erdek’i görmedim.
Sonra İstanbul’a gelin gidiyorum. Bir ara Moskova Devlet Üniversitesi’nde eğitim gördüm. İyi derecede Rusça ve İngilizce biliyorum. Dil bilmem her zaman televizyon kariyerim açısından olumlu bir katkı sağlamıştır. Sonrasında klinik psikoloji yüksek lisansı yaptım. Doktora eğitimimi de tamamlamak üzereyim. Meslek ve eğitim hayatımın geri kalanını burada sürdürmekteyim.
Çok renkli bir yaşam...Medya kariyerinize nasıl başladınız?
-Bu öykü gerçekten benim için kıymetlidir. Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Okuldan mezun olduktan sonra üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Rusça dersler veriyorum. Sovyetler dağılmış... Bir Rusya furyası var. Bu kadar olur, ben de Moskova’dan yeni dönmüşüm. Pek çok insan Rusça öğrenmek için çırpınıyor. Tabii ben Rusça biliyorum şansa bakın... Bir gün işyerine iki kişi geldi. Araştırdık 'Siz Rusça biliyor musunuz?' dediler. Ama o zamanlar çok enteresan yıllar... Rusça biliyorum deyince herkes size gizli bir görevde ya da istihbarattaymışsınız gibi bakıyor, ürküyor. Onlar böyle sorunca bu kez ben ürktüm. 'Evet,' dedim. 'Buyurun niye sordunuz?'
'Vaktiniz varsa biraz özel konuşabilir miyiz?' dediler. Ben de gerilim katsayısını yükseldi. Allahtan üniversitedeyim. 'Buyurun.' dedim. Oturduk. Biraz tedirginlikle konuşmaya başladılar.
'Biz Rusça – Türkçe bir dergi çıkaracağız. Ekonomi ve iş dünyasına yönelik. Ama yazı işleri müdürünün Rusça bilmesi gerekiyormuş. Dolayısıyla size ve diplomanıza ihtiyacımız var. Kabul eder misiniz?' dediler. 'Ama ben devlet memuruyum, olamaz.' dedim. 'Biz rektörlükten izin alırız.' dediler. 'Vallahi alabiliyorsanız tamam.' dedim. Ama izin almak kolay değil ve uzun sürer biliyorum. Enteresan bir hafta geçmeden izni aldılar. Bir baktım ben yazı işleri müdürü oluverdim. İyi de ne yapar ki bu yazı işleri? Hiç fikrim yok.
'Ne yapmam gerekiyor?' diye sordum. Dediler ki 'Hocam biz tercümeleri yaptırıyoruz. Siz basılmadan önce bir göz atsanız yeterli.'
'Tamam.' İlk sayı basıldı geldi. Künyede adım baş köşede çok mutlu oldum. Doğru dürüst bir şey yaptığım yok. Ama sonra bir avukat arkadaşımın, 'Emel dergide yayında en ufak sorun olsa yükümlüsü sensin, şakası yok hapse kadar gider iş.' demesiyle ben şoka girdim. O korkuyla dersler bitiyor, ben soluğu dergide alıyorum. Böylece medya ve gazeteciliğe başlamış oldum. Çok da sevdim. Sonra Ankara Üniversitesi bünyesinde edebiyat dergisi çıkarmaya başladım. Şahane yıllardı. Derken televizyon haberciliğine merak saldım. HBB’de dil bildiğim için dış haberler müdürü oldum. Montajdan kamera kullanımına kadar her şeyi orada öğrendim. İlk kez de orada ekrana çıktım. Spor spikeri olarak... Sonra ATV’de muhabirlik editörlük, müdürlük, spikerlik, sonra Cine5 yine aynı şekilde... Sonrasında kendi yapım firmamı kurup programlar yapmaya başladım. Doğan medya, Doğuş Medya, Acun Medya ve 12 yıldır da Kanal 7 Medya Grubun Haber kanalı Ülke Tv’de program yapıyorum. HBB’den bu yana 25 senedir ekrandayım. Ekrana çıkmadığım gün sayısı toplasanız altı ayı geçmez.
Harika bir hikayeniz var, peki başarılı olmak için neler yaptınız? Nasıl çalıştınız?
-Ben üniversite mezunuyum evet, ama basın yayın mezunu değilim. Dolayısıyla ilk başladığımda hiçbir şey bilmiyordum. Ancak benim üç büyük avantajım vardı. Bir yabancı dil bilmem, ikincisi kendimi iyi ifade edip, kalemimin kuvvetli olması... Babam edebiyat öğretmeni... Ben daha okuma yazma bilmezken hepimizi toplar dünya klasiklerini okurdu. Biz de dinlerdik. Üçüncüsü gerçekten çok çalışkan olmam. Televizyonculuğa ilk başladığımda kasetlerden sadece time code alıyordum. Montaj setlerine kaset taşıyordum. Hiçbir zaman ben 'Üniversite hocasıyım bunları stajyer gibi neden yapıyorum' asla demedim. Işıkçısından, sesçisine, kameramanına, dekorcusuna her şeyi sorup öğrenmeye hatta uygulama çalıştım. İyi ki de yapmışım. Sizin de Cengiz Bey, her zaman dediğiniz gibi ‘Hiçbir başarı tesadüf değildir’.
Kesinlikle doğru söylüyorsunuz, her başarının arkasında büyük emekler vardır. Emel Hanım şu andaki mesleğinizi yapmasaydınız ne yapmak isterdiniz?
-Cengiz Bey aslında benim gayet yetkin olduğum ve sıfırdan başladığım çok ayrı branşlarda üç mesleğim var: Tercümanlık, medya ve klinik psikologluk... Hepsini de çok seviyorum. Ama ilk sırada her zaman medya olmuştur benim için... Bunu çok rahat söyleyebilirim. Yine görsel sanatlarla ilgili olsun isterdim ama bu kez belki oyuncu olarak...
Hayatta sizin için çok önemli üç şey nedir diye sorsam ne cevap verirsiniz?
-İlk sırada oğlum ve ailem elbette. Sonrasında sağlık. Üçüncüsünü tüm dünya için istiyorum; madden manen hızlı işleyen bir adalet mekanizması...
Emel Hanım, sizin için mutluluk nedir? Sizi en çok ne mutlu eder? Nelerle mutlu olursunuz? En çok keyif aldığınız şeyler nelerdir?
-Mutluluk çok boyutlu bir kavram. Kişiden kişiye tanımı değişiklik gösterir. Benim için mutluluk huzur ve heyecan. Güzel sürprizler beni çok çok mutlu eder. Araçlara karşı büyük bir ilgim sevgim var. Habercilik yıllarımda kamyondan traktöre, spor arabadan yata, motora kadar her aracı kullandım. Bunları deneyimlemekten inanılmaz bir zevk aldım. Halihazırda araba kullanmak, kullanırken müzik dinlemek ve söylemek beni çok mutlu eder. Doğa ve hayvanları çok seviyorum. Dağlar, ormanlar, deniz, toprak, hayvanlar. Hepsinden o kadar ders çıkarıyorum ki gözlemleyerek... Yemek yapmak, dostlarla vakit geçirmek çalışmak hepsinden keyif alırım. Zaten keyif almadığım şeyleri kesinlikle yapmam.
Sizin için aşk nedir?
-Cengiz Bey bu soruyla bam telime dokundunuz. Aşk dünyadaki en güzel ama en zor şeylerden biri bence. Ben bir aşk kadınıyım. Romantiğim. Çok da tutkuluyum. Aşkın tanımı kadına, erkeğe, yaşa kişiliğe göre değişir elbette... Benim içinse bir olmak ve yan yana yürüyebilmek. Birbirinin önünü kesmeden, birbirini sırtında taşımadan, rekabete girip koşturmadan, takıldığınızda birbirinize el vereceğine, yolda bırakmayacağına emin olup güvenerek, yarenlik ede ede, yorgunluklarda soluklana soluklana, gidilecek yerden çok yolculuğun kendine odaklanıp keyfini çıkara çıkara samimi, içten meşkle yürünülen bir yol...
Çok güzel bir tanım oldu. Emel Hanım, ilişkilerde mutlu olmanın sırları nelerdir?
-İyi bir ilişkinin en önemli üç bileşeni var bana göre. Sevgi-saygı, cinsellik, dostluk-arkadaşlık. Bunlardan biri dahi sorunlu olsa o ilişki yürümüyor. Evet bazı şeyler tolere edilebilir mi? Evet olabilir. Taraflardan biri sürekli ilişkinin yürümesi için çaba harcıyorsa ya da sadece çocuklar için kötü giden bir birlikteliğe katlanılıyorsa bu ilişki değil eziyet olur. Zaten böyle ortamda büyüyen çocukların pek çok sorunu olabiliyor. Evet görüntü de bir aile, ama ne yazık ki birbiriyle konuşmayan ayrı yaşamlar süren huzursuz- mutsuz bir aile... Dolayısıyla böyle bir aile hiç olmasa daha iyi... Çünkü sessizlik ve küskünlük de bir şiddettir. Bence ilişkilerdeki en büyük sorun iletişimsizlik. İletişim ve içtenlik olduktan sonra pek çok sorunun Üstesinden pekâlâ gelinebilir. İletişim derken kastım; dinlemek-duygularını dile getirebilmek ve empati yapabilmek. Bunlar varsa zaten bir şekilde olumsuzluklar çözülür.
Şimdi biraz da gelecekten konuşalım. Geleceğe dönük ne gibi planlarınız var?
-Yurtdışında da kendimi ifade edebileceğim çalışmalar yapmak istiyorum. Daha doğrusu tüm dünyada... Bu biraz daha internet üzerinden bir çalışma olacak. Şimdilik proje üzerinde çalıştığım için bu kadar bilgi verebiliyorum sürpriz olsun. Ama büyük resme baktığımızda amacım insanlara faydalı olabilmek.
Başarmak isteyenler size, “Başarının sırrı nedir?” diye sorsalar, ne cevap verirsiniz?
-Öncelikle bence başarının sırrı ne istediğini bilmekten geçiyor. Burada sadece bir meslekten bahsetmiyorum. Fiziken, madden ruhen kendilerini neyin tam olarak mutlu edeceğini bilmeleri lazım. Bunu bilmenin tek yolu da kendini çok iyi tanımak, tüm çıplaklığıyla... Eğer kendi kapasitelerinizi zevklerinizi yeteneklerinizi ve sınırlarınızı biliyorsanız kendinizi Tanıyorsunuz demektir. Bunu keşfettikten sonra (bence en zor aşama) İşler kolaylaşıyor. Bu konuda eğitim mi almak lazım, gidip ustasından öğrenmek lazım ya da her ikisi mi? Dünyada bu konuda kimler neler yapıyor? Bunları araştırmak ve sonrasında da kolları sıvayıp çalışmak elbette... Yani bir işte başarılı olmanın en önemli noktaları; doğru işi seçmek, bu işi çok sevmek ve çok çalışmak. Sevdiğiniz zaman zaten çalışmak sizi yormuyor hırpalamıyor ve onu doldurulması gereken mesai olarak görmüyorsunuz.
Peki, sosyal medyayla aranız nasıl?
-Sosyal medyayı kullanıyorum. Ama her mecrada değilim. Medya ile ilgili çalışmaların birazcık sosyal medya üzerinden everileceğini düşünüyorum. Ama tabii ki burada birtakım düzenlemeler şart. Sosyal medya iletişim açısından muazzam bir performansa sahip. Andy Warhol‘un dediği gibi bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak cümlesi sosyal medya sayesinde her gün kendini ispat ediyor. Ama tabii ki olumsuz tarafları da var. Medya açısından en büyük olumsuz tarafı herkese açık olduğu için paylaşımların doğruluğu konusunda kuşkuları da beraberinde getirmesi... Çünkü paylaşılan görseller ve içeriklerin ne kadarı doğru ne kadarı gerçekçe bunları bilemeye biliyorsunuz.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
-Sabahları oldukça erken kalkarım. Ortalama altı gibi. Tatlı bir kedim var. Her sabah yumurta yeme alışkanlığı var. Uyanır uyanmaz onun yumurta kahvaltısını hazırlıyorum. Kendime bir kahve yapıp şehir sessizken okumalar yapıyorum. Sonrasında canlı yayın hazırlıkları başlıyor. Makyajımı evde kendim yapıyorum malum Pandemi süreci... Kıyafetlerimi giyeceğim ayakkabıları, takılarımı Hazırlanıp çıkıyorum. Saçlarımı kanaldaki kuaför arkadaşlarım yapıyor. Yayınıma gelen her konukla ilgileniyorum onlarla birazcık sohbet ediyorum ve canlı yayına giriyoruz. Sonrasında Ekibimle ertesi günü yapacağımız programın planlarını ve hazırlıklarını konuşuyoruz. Bir yapım firmam olduğu için başka projeler konusunda da çalışıyoruz. Katalog çekimleri reklamlar tanıtımlar, başka kanallara programlar... Süreçlerle ilgileniyorum. Eve gelince yemek yapmayı çok seviyorum. Beslenmeme çok dikkat ettiğim için evde yemek yemeyi ağırlıklı olarak tercih ediyorum. Haftanın belirli günlerinde spor yapıyorum.Mutlaka ve bu arada da ekran önünde olduğum için kişisel bakımımla ilgili şeylere de zaman ayırmam gerekiyor.
Ayrıca hemen her gün canlı yayınım var ve ben kıyafet ve ayakkabı sponsoru kullanmıyorum. Dolayısıyla ekranda giyeceğim şeyleri bizzat kendim alıyorum ve seçiyorum, bu da gerçekten büyük bir mesai gerektiriyor. Bütün bunlara rağmen boş vaktim kalırsa resim yapmayı çok seviyorum. Annem bir ressam, sanırım genetik olarak bana da bir şeyler geçmiş. Özellikle yağlı boya resimler yapmayı çok seviyorum.
Sanatçı bir aileden gelmeniz büyük bir şans... Peki, hafta sonları neler yaparsınız?
-Hafta sonları sadece cumartesi günü boş olabiliyorum çünkü pazar günü de canlı yayınım var. Boş olduğum gün mutlaka doğayla iç içe olmaya çalışıyorum. Arkadaşlarımla bir araya gelip doğada yürüyüşler yapmak, fotoğraf çekmek, ilginç aktiviteler yapmak çok hoşuma gidiyor. Zamanım oldukça yurtdışına değişik ülkelere gitmeyi de çok seviyorum. Bunun için kısa seyahatler yapmayı tercih ediyorum. Ayrıca toprakla uğraşmak bir şeyler yetiştirmekte çok hoşuma gidiyor.
İş dışında uğraştığınız hobileriniz var mı? Spor yapar mısınız?
-Hobilerim var, oldukça da çeşitliler. Yağlı boya resim yapmak, değişik yemekler yapmak, örgü gibi el işleri yapmak, hayatımda hiç deneyimlemediğim işleri yapmayı çok severim. Aynı zamanda öykü yazmayı çok seviyorum. Vaktim oldukça yazıyorum. Yayınlıyorum. Hedefim ilerde bir kitap yazmak. Spor yapmayı seviyorum. Özellikle yürüyüş çok hoşuma gider. Düzenli olarak reformer pilates yapıyorum. Yüzmeyi çok severim. Sporun kesinlikle bir yaşam tarzı olması gerektiğine inananlardanım.
Emel Hanım gençlere başarılı olmaları için ne yapmalarını önerirsiniz?
-Öncelikle her ne olursa olsun şartlarından yakınmasınlar. Yaşamda en olumsuz şartların içinde bile fırsatları görebilirinler. Bunun için de tekrar belirtmek istiyorum en önemli şey kendilerini keşfetmeleri... İnternette ve sosyal medyada vakit geçirmek güzel ve zevkli, fakat insanın kendisi ile olan iç bağını kopartıyor. Yani şunu demek istiyorum öyle bir an geliyor ki başkalarının beğenileri zevkleri hedefleri sizinkiler oluvermiş. Ama bunlar tıpkı bir yabancının elbisesini giymek gibi başkalarına ait. O zaman ben neyim? başarılı yönlerim ne? başaramayacağım şeyler ne zevklerim ne? Ne tür şeyler beni mutlu ediyor ve zevk veriyor? Önce tam anlamıyla bu soruların cevaplarını bulmalılar.
Bence genç neslin en önemli sorunsalı bu... Bunun kararını verdikten sonra olayın herhangi bir yerinden başlamak lazım. Diyelim ki siz iyi bir golfçü olmak istiyorsunuz. Golf pahalı bir spor. Ama sizin olanaklarınız yok. O zaman belki de sadece top toplayıcı olarak işe başlamak bile baş koyduğunuz yolda iyi bir başlangıç olacaktır.
Yani şunu demek istiyorum tutku ile bir şey istediğiniz zaman hiçbir engel veya kişi size karşı duramaz. Kalplerinde hep o tutkuyu hissetsinler.
Emel Hanım bu harika söyleşi için çok teşekkür ediyorum.
-Cengiz bey bana bu değerli köşenizde yer ayırdığınız için çok çok teşekkür ederim.
-Emel Hanım başarı öykünüzün gençlere örnek olmasını diliyorum. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Cengiz Hortoğlu