Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Sen nasıl yüce bir adamsın ki 101 sene sonra hala bu milleti aynı kararlılıkla ayakta, dimdik tutuyorsun!

Sen nasıl ilerigörüşlü bir insansın ki 97 sene önce dahi bugünleri görebiliyor, artık neye kızacağına neye üzüleceğine şaşıran bir halka umut oluyorsun!

“Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Haberin Devamı

Ulu önder Atatürk’ün 97 yıl önce Gençliğe Hitabe’ sinde söylediği bu sözleri hatırlamak, bugünlerde kararmış içimize, ümitsiz yüreğimize ne de iyi geliyor, değil mi!

Küçücük çocukların istismar edildiği, kadınların öldürüldüğü, ülkenin ulusal güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü bu günlerde ilaç gibi geldi!

Cumhuriyetimizin 101 yıldönümünde, içimiz buruk, yüreğimiz kırgın!

Millet fakr-ü zaruret içinde, düşmanların gözü ülkemizde!

Sünni- Alevi diye ayrıştırarak, Türk-Kürt diye kızıştırarak düşürmeye çalışıyorlar bizi birbirimize!

Oysa o Türk, bu Kürt, diğeri Rum, beriki Ermeni diye düşünmezdik ki biz önceden. Ermeni ve Süryani dostlarımız, Kürt kökenli arkadaşlarımız vardı. Paskalya'da ziyaret ederdik onları, onlar da bayramlarda bize gelirlerdi. Hamur Bayramı ve Şabat’ı Yahudi dostlarımızdan, Nevruz'da ateşin üstünden atlamayı Kürt komşularımızdan öğrendik.

Yıkık dökük, coşkusu sönük bir toplumdan, bağımsız-kendi ayakları üstünde durabilen-bilime, sanata en çok da insana değer veren bir millet yaratmıştı Mustafa Kemal Atatürk!

Bir yaz günü Florya Köşkü'ne giderken bir arıza nedeniyle otomobili Kumkapı semtinde durup da şoför aracı tekrar çalıştırmak için uğraşırken, etrafta oynayan çocuklardan biri Atatürk’e biraz daha dikkatli bakar ve hemen selam durur. Atatürk küçük çocuğa sorar: “Niçin selam veriyorsun, beni tanır mısın ?”

-“Elbette tanırım” der çocuk, “Sen hepimizin babası Atatürk değil misin ?”

Atatürk’ün hoşuna gider: “Nereden tanıdın, hiç görmüş müydün beni?

-“Hayır” der çocuk, “Ama annem yatağımın baş ucuna senin resmini yerleştirmiştir! Benim gibi küçük ve fakir yetimlerin şefkatli manevi babası olduğunu anlatır hep! İşte seni o fotoğraf sayesinde tanıdım!”

Haberin Devamı

Gülümser Atatürk; “Peki ama ben seni tanımıyorum, adın ne senin?”

-“Artin” der çocuk, “Benim adım Artin!”

Eğitim masraflarını şahsi bütçesinden üstlendiği birçok çocuktan sadece bir tanesidir Artin!

İnsanların inançlarını, dinlerini, dillerini, renklerini değil sadece insan oluşlarını önemseyen o deha, toplumun gereklerine ve ihtiyaçlarını gidermeye en uygun, insana değer veren yönetim biçimini- Cumhuriyeti- işte bu inanç ve amaçla kurmuştur.  İşte bugün 29 Ekimi bayram olarak kutluyorsak, sebebi budur!

Cumhuriyet, Millî bir devletin varoluş nedenini ortaya koyar. Ona şekil ve nitelik kazandırır, ruh verir. Yani bir devletin özü- karakteridir, korunması gereken hazinesidir.

Ve bu hazinenin adı, sadece tek bir meslekte geçmektedir!

Serde hukukçuluk olunca, daha da ilginç geldi bu bilgi! Tam da gününde öğrenmem, olayın daha da ilginci!

Haberin Devamı

Cumhuriyet kelimesi, Türkçe’de tek bir meslekte geçiyor, yaratıcısı da Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye’de hukuki temellerinin atılmasında katkılarda bulunmuş bir devlet adamı olan Mahmut Esat Bozkurt!

Önce İstanbul Hukuk sonrasında da İsviçre’de Lozan ve Freiburg üniversitelerinde öğrenim gören, doktorasını kapitülasyonlar konusunda tamamlayan, Kuva-yi Milliye ve Kurtuluş Savaşı’na katılan Bozkurt, Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal’in emriyle hukuk reformunun temellerini atmıştır. “Cumhuriyet Savcısı” kavramının yaratıcısı olan Profesör Mahmut Esat Bozkurt, Cumhuriyet Valisi ya da Cumhuriyet Büyükelçisi, Cumhuriyet vekili, Cumhuriyet yargıcı veya içinde “Cumhuriyet” geçen hiç bir makam yokken neden “Cumhuriyet Savcısı” kavramını getirdin sorusuna cevap olarak;

“Cumhuriyet’i korumak için gerekirse herkesten her makamdan hesap sormak için!” der. “Devletin her kademesinde olanlar yanlış yapabilirler. Hukuk dışına çıkabilirler. Onlara millet, devlet ve ikisini de kucaklayan cumhuriyet adına hesap soracak olan savcılardır. Onun içindir ki sadece savcılar için cumhuriyet savcısı ünvanı kullanılmalıdır!”

29 Ekim! Tarihten silinmek istenen bir devletin intikam günü!

Yüzbinlerce şehidin, paramparça olan ailelerin, canına kıyılan tüyü bitmemiş yetimlerin öcü!

 Bugün elimizde bayraklar, coşkuyla kutladığımız cumhuriyet, ilim ve ahlakın- fazilet ve adaletin iktidarı, Atamızın yadigarı!

İşgal edilmiş, haksızlığa uğramış bir milletin ahı,

En büyük bayramımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı! 

………………………..*………………………………… 

Divali 

Onca kötü olay, elim haberlerden sonra bu hafta coşkulu bayram yazıları yazmak, heyecanlandırdı beni! Gerçi yazıyı yazıp gönderdikten sonra ben paylaşana kadar yeni bir olay oluyor, ortalık karışıyor! Bu hafta müsaade etsinler de keyifli başladık keyifli devam edelim, Bayram’ları yazarken biraz bayram edelim!

Ekim, sadece bizim için değil Hindistan için de önemli bir ay!

Bizim en büyük bayramımız varsa bu ayda, onların da en büyük bayramı- Divali’leri var!

Divali ışık festivali!

Bizim ışığımız cumhuriyet, onu kutluyoruz. Hintliler ise Janizim dininin kurucusu Mahavira’nın samsara denen yaşam- ölüm döngüsünden aydınlanarak kurtulmasını kutluyorlar!

İyinin kötülüğe karşı zaferini simgeleyen Divali festivali, Hindistan’nın her yerinde eş zamanlı olarak kutlanıyor. Üstelik sadece Hindular değil Jainistler, Sihler, Budistler de bu bayramı kutluyor. Hatta Müslümanlar dahi evlerini ışıklarla süsleyerek bu bayrama eşlik ediyorlar. Divali Bayramı’nda zenginlik ve iyi şans tanrısı olan Lakşimi’ye dua ediliyor, ondan evlerine bolluk ve bereket getirmesini dileniyor.

İyiliğin kötülü karşı zaferini temsil eden Divali'yle ilgili birçok rivayet söz konusu! Bunlardan en yaygını ünlü kral Rama ile ilgili! Denilen o ki Kral Rama, Tanrı Vishnu'nun avatarı yani Tanrı’nın dünyadaki vücut bulmuş haliymiş. Kral Rama, Sri Lanka'daki bir şeytan tarafından alıkonulan eşi Sita'yı kurtarmak için kuzeye doğru ilerledikçe milyonlarca ışık ona eşlik etmiş. Bu yüzden Divali'nin anlamı, ‘Işık Demeti’!

Bir tarım ülkesi olan Hindistan'da, Divali Festivali'nin hasat tamamlandığı için kutlandığı da rivayetler arasında yer alıyor. Ekine, berekete, sahip olduğumuz şeylere şükretmek, doğanın verdikleriyle yetinmek, akışta kalabilmek inancıyla kutlanan bu bayram, ışığıyla rengiyle huzura açılan bir pencere!

Divali Festival, 5 gün sürüyormuş. Festivalin 1. günü ‘Dhanteras’ temizlik günüymüş. Herkes evlerini, iş yerlerini temizler, önceden aldıkları kandilleri, ışık ampullerini asarlarmış.

2. gün Chhoti Divali yani Küçük Divali’ymiş. Asıl güne hazırlık olan bugün de tüm Hindistan’da çılgın bir alışveriş rüzgarı yaşanırmış. Yemekler hazırlanır, dekorasyonlar tamamlanırmış. Festivalin 3. gecesi yani Lakshmi Pujan’da tüm aile üyeleri evde toplanır, alınan tüm adaklar evlerdeki küçük tapınaklarda Lakşimi heykeli önünde ona sunulurmuş. Evin en yaşlısı duaları okuyarak seramoniyi yönetir, duanın sonuna doğru kibrit ile sadece 1 tane kandili yakar ve kaplanırmış. 4. günde yani Balipratipada ise karı koca arasındaki bağın kuvvetlendirildiği günmüş. Koca eşine hediyeler alır, güzel yemekler hazırlanır, ailede yeni evli çiftler varsa onlar davet edilir ve hep birlikte yemekler yenirmiş. Son gün, Bhai Duj, yani 5. gün ise kardeşlere adanmış. Kardeşler birbirlerinin bileklerine kırmızı bir ip bağlar ve yıl boyunca birbirlerine destek olacaklarını ve yanlarında olacaklarına söz verirlermiş.

Ne güzel bir ritüeller silsilesi değil mi! Bereket var içinde, aşk var, aile- kardeşlik var!

Bayramlar da zaten bunun için değil mi, sahip olduklarına şükretmek- mutlu olmak için tüm kutlamalar!

O zaman kutlu olsun tüm festivaller, özel günler,

Çünkü onlar hayatın tüm kaosuna, derdine, tasasına verilen molalar! 

…………………………….*…………………………………….. 

Sonsuzluğun yanağında bir gözyaşı damlası 

Hindistan, coğrafyası, kültürü, tarihî geçmişi, inanç zenginlikleri ile dünyanın en nev-i şahsına münhasır ülkelerinden birisi! Hindistan’a dair her şey beni büyülüyor, renkli bir dünyaya sürüklüyor.

Gözlerimizi kapayıp Hindistan’ı düşününce aklınıza ne geliyor bilmem ama benim aklıma da gözümün önüne de Taç Mahal geliyor! Taç Mahal’i bu kadar özel yapan, görkemli tasarımının yanısıra ardında yatan hikayesi:

Şah Cihan ve Mümtaz Mahal, 27 Mart 1612'de evleniyor. Mümtaz Mahal güzel olduğu kadar akıllı ve yufka yürekli bir kadın, halka yiyecek ve para verdirtir, dul ve yetimlerin listesini yaptırtır, her biriyle tek tek ilgilenirmiş. Sadece kocası değil halk da ona hayran ona aşıkmış.

1631'de, Şah Cihan'ın saltanatının üçüncü yılında, Han Cihan Lodi'nin önderliğinde bir isyan başlıyor. Şah, bu isyanı bastırmak için ordusuyla sefere giderken eşi Mümtaz Mahal de hamile olmasına rağmen onunla gidiyor ve ordu kampının ortasında özenle dekore edilmiş bir çadırda sağlıklı bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Ancak doğumdan sonra hastalanan Mümtaz Mahal,  kızlarının doğumundan 1 gün sonra, eşinin kollarında hayatını kaybediyor. Eşinin ölümünden sonra Şah Cihan'ın acı içinde kendi çadırına gittiği ve sekiz gün boyunca aralıksız ağladığı, çadırından çıktığında ise saçlarının beyazlamış olduğu söyleniyor. Keder içindeki Şah Cihan, karısının anısına gösterişli ve pahalı bir türbe tasarlamak için işe koyuluyor ve bu muhteşem eser ortaya çıkıyor. ‘Taç Mahal’, bir kadına ithaf edilen ilk büyük türbe olması bakımından da ayrı bir önem taşıyor. Eşinin ölümünden sonra derin bir yasa boğulan ve asla tam olarak bundan kurtulamayan Şah Cihan’ın, 30 yıl süren şahlık döneminin ardından 4.çocuğu olan Evrengzib, 3 ağabeyini öldürüyor  ve babasını hapsettiriyor.  Bu Şah Cihan, 22 Ocak 1666'da öldüğünde, Taç Mahal’e, eşinin yanına gömülüyor ve sonunda büyük aşkına- eşine kavuşuyor.

Dünyanın 7 harikasından biri olan Taç Mahal, Mimar Sinanın öğrencilerinden biri olan Mehmet İsmail Efendi tarafından yapılıyor o yüzden Osmanlı izleri taşıyor. Ama en etkileyici kısmı şimdi geliyor; ‘Taç Mahal’in inşasında görev alan 2000 mimarın elleri, bir daha böyle bir eser çıkaramasınlar diye kesiliyor!

Dünyanın en destansı anıtlarından biri olan ‘Taç Mahal’; ‘Sonsuzluğun yanağında bir gözyaşı damlası’ olarak tanımlanan mimari bir şaheser!

Belki de ondan İngiliz Lordu Edward Lear’ın şu sözleri, onu anlatmaya yeter;

“İnsanlar ikiye ayrılır; Taç Mahal’i görenler ve görmeyenler!”

………………………………………………*…………………………………… 

HAFTANIN EN'LERİ 

Haftanın Tespiti: Hindistan’dan bu kadar bahsetmişken Haftanın En’leri’nde de olması enteresan oldu tabi! Hindistan’da bu hafta kutlanan Divali Festivali'nin (Işık Bayramı) ardından yapılan ölçümlerde, dünyanın en kirli hava kalitesine sahip kentinin Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi olduğu bildirildi! Onca ışık, havai fişek, duman, maytap derken böyle olacağı belliydi! Aman canım, havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız yerinde olsun! Temiz havada sıkkın sıkkın oturacağınıza, neşeden- eğlenceden oturun kirli havada- Benim mottom bu valla! 

Haftanın Yemeği: Bu da oldu dedirtti! Ankara'da deniz mahsulleri restoranı sahibi işleten iki şef kardeş, ahtapottan döner yaptı!  Restoranlarında levrek şiş, simit levrek ve orkinos dönerden sonra ahtapot döner servis etmeye başlayan kardeşler, deniz ürünlerini Türk kültürüyle harmanlamaktan mutlu olduklarını söylediler! İyiymiş valla, suşiden karnıyarık- tarhanadan palamut, sırada başka ne var acaba? 

Haftanın Afeti: Bu kez İspanya’da yaşandı! İspanya'nın Valencia bölgesinde 29 Ekim Salı gününden beri etkili olan sellerde şimdiye kadar 51 kişi hayatını kaybetti. Reuters haber ajansı bunun ölü sayısı açısından 2021 yılından beri Avrupa'da yaşanan "en kötü" sel felaketi olduğunu duyurdu. Yaşanan bu olağanüstü hava olaylarının, iklim değişikliği nedeniyle arttığın belirten bilimciler, Akdeniz'in ısınmasının suyun buharlaşmasını hızlandırdığını, bunun da şiddetli yağışları tetiklediğini söylediler! Eeeee bu dünyayı karıştırmak, iklimleri bozmak için çok uğraştık, alın işte emeklerinizin karşılığı! Bunlar daha iyi günlerimiz, diyeyim size! Susuzluk kapıyı çalmak üzere, sürüne sürüne ölmeyelim de Allah vermeye! 

Haftanın Resti: Hiç beklemediğimiz yerden- Endonezya’dan geldi! Güneydoğu Asya'nın en büyük ülkelerinden biri olan Endonezya, Apple’ın ülkeye yönelik yatırım vaatlerini yerine getirmemesi nedeniyle iPhone 16 serisinin ülkedeki satışını ve kullanımını yasakladı! Vay tribe bak arkadaş’ Asya ülkesisin falan ama koca dünya lideri markaya tavır atıyor, duruş sergiliyorsun! Vallahi de helal olsun billahi de helal olsun!