Günlerdir bu haberle çalkalanıyor her yer!
Önce konduramadım, sonra inanamadım! Hani küçükken karanlıkta korkunca, yorganı başına çektiğinde yok olacağına inanırsın ya canavarların, hain kurtların, cadıların işte ben de öyle yapmaya çalıştım, uyuyup uyanınca bu kâbus geçecek sandım!
Geçmedi!
Ne soruşturma derinleştikçe ortaya çıkan rezillik geçti ne de okudukça- duydukça yüreğimi sıkıştıran acı bitti!
Aylardır sorup duruyoruz masum canlılara nasıl kıyıyorlar diye, kediler- köpekleri nasıl öldürüyorlar! Yahu bunlar yeni doğmuş bebekleri öldürüyorlar, öldürüp bir de kutlamaya gidiyorlar!
Bu ülke çok çete gördü ezelden beri de bu kadar kötüsünü görmedi, bence göremez de!
Bebek ya bebek! İncinir diye kucağına almaya korktuğun, öpmeye kıyamadığın, cennet kokan bebekleri, 8.000-TL için öldürmüşler! Benim yazarken elim titriyor, insan müsveddeleri, bu cinayetleri defalarca işliyor!
Nedir bu asrın pisliği, ‘Yenidoğan Çetesi”?
İstanbul'da, 112 Acil Çağrı Merkezi'nde çalışan kişilerle ortak hareket ederek, bebek acil hastalarını önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip orada ihtiyaç olmadığı halde kuvöze koyan ya da gereksiz yere orada tutan çete!
Normalde Sağlık Bakanlığı ve SGK tarafından pek çok özel hastaneyle olan sözleşmelerine bağlı olarak, doğum sonrası bebek ölümlerini azaltmak için yenidoğanların kaldığı yoğun bakımlara günlük 8000 TL ödeme yapılıyor. Çete yenidoğan bebekleri, sağlık durumları kötü göstererek, entübe edilmeleri gerekmedikleri halde entübe ederek uzun süre yoğun bakımda tutarak SGK’dan yüksek meblağlarda ödeme alıyor. İşleri bitince de aileleri arayıp; “Bebeğiniz öldü, gelin alın diyor!” Azrail, doktor önlüğü giymiş, ölüm dağıtıyor! Hipokrat’ın kemikleri sızlıyor!
Olay, CİMER’e yapılan ihbarlarla ortaya çıkıyor. Durum savcılığa intikal ediyor. Alınan ifadeler sırasında tehdit edilen savcı, bunu ortaya çıkarıyor, yılmıyor, peşini bırakmıyor! Ve asrın rezaleti, böylece ortaya çıkıyor. Şimdilik 10 tane hastanenin ruhsatı iptal ediliyor, peş peşe tutuklamalar yapılıyor. E kötüsü de takdir-i ilahi diyerek ölümü kabullenmeye çalışan aileler, evlatlarını bir kez daha kaybediyorlar.
Ya şüphelilerin içinde kadın doktorlar, hemşireler de var inanamıyorum! Anne değiller mi ya da doğuştan gelen anaçlık hiç mi yok içlerinde! Nasıl kıyılır bebeklere, uyandırmamak için bile dikkat ederken biz, sonsuza kadar uyutmak hangi vicdana sızar söylesenize! Öyle bir hale geldik ki ecelinle ölmek bile, lüks sayılıyor memlekette!
Şeytan uyuyakalmıştı bir gün! Rüzgar sert esti.
3 tüy düştü şeytandan; Birisi paraya yapıştı, diğeri mevkiye ötekisi de hırsa!
O günden sonra şeytanın bir şey yapmasına gerek kalmadı!
Bir çağ yangını yaşanıyor dünyada, yanıyor insanlık alev alev,
Valla cehennem denilen yer, bundan kötü olamazdı!
…………………………………*……………………………
Robot süpürgeler tutuklanacak mı?
Öldürsünler daha sokak hayvanlarını!
Gerekçeleri de neymiş, insanlara saldırıyorlarmış dışarıda, zarar veriyorlarmış çoluğa çocuğa!
Yalnız ilk duyduğumdan beri hastayım bu açıklamaya! Narin’e, Leyla’ya veya şiddet ve istismar mağduru Sıla bebeğin ölümünden de sorumlu mu katledilen- uyutulmak istenen sokak hayvanları mesela?
Ya da parçalara ayrılarak öldürülen İkbal ile boğazı kesilen Ayşenur’u, çocuğunun önünde vurulan Emine Bulut’u, camdan atılan Kübra Yurt’u ne yapacağız? Yine sokak hayvanlarını suçlayıp, apar topar çıkarılan sokak hayvanları yasasını mı uygulamaya koyacağız?
Bizim coğrafyanın genetik sorunu, suçlayacak bir şey bulmak illa! Hani bir dönüp kendime bakayım, elimi taşın altına koyayım, azıcık sorumluluk alayım yok! Bize dokunmuyorsa yılan, hey maşallah- başımız gözümüz üstüne! Ama dokunursa bize, tereddüt etmeyiz o yılanın başını kesmek için, bir an bile! Neyse biz bebekleri, çocukları, ağaçları, kadınları hainlerden, insan görünümlü haşerelerden korumak için uğraşırken cansiperane galiba asıl tehlike dışarda değil içeride, hem de evimizde!
Son yılların en havalı ev aletlerinden, burjuvazinin en aleni göstergelerinden biri sayılan ‘robot süpürge’ler de kafayı yedi! Çivisi çıkmış dünya, yalpalarken sağa sola, onlar da normal kalacak değildi pek tabi!
Çin’de üretilen ve Türkiye’de satışa sürülen robot süpürgeler hacklendi! Evet evet hacklendiler, cep telefonları- sosyal medya hesapları- e-mailler gibi! Şaka sanki! Hacklenen robot süpürgeler kontrolden çıkarak sağa sola savruldu, ağza alınmayacak küfürler savurdu, evcil hayvanları kovalayarak herkesi korkuttu! Robotları hacklenen vatandaşlar, durumdan şikayetçi oldu!
Hah işte zurnanın zırt dediği yere hoşgeldiniz :)
O vatandaşlar, nereye gidip de şikayetçi oldu? Adliyeye gidip savcılığa suç duyurusunda mı bulundular mesela? Süpürgelerinin hapse atılması için dilekçe mi verdiler yoksa?
Savcılar ne yaptı ya da? Süpürgeleri tutuklanma talebiyle mahkemeye mi sevk etti?
İşte bizi bekleyen yeni ve de tehlikeli düşman yapay zeka!
İnsan gücüne gerek kalmasın, her şeyi robotlar yapsın diyoruz da başımıza gelebilecekleri düşünüyor muyuz acaba? Ya öyle robotlar insanlığa savaş açacak, bilinç kazanıp bizi kontrolleri altına alacak falan demiyorum yalnız! Bilinç falan da kazanamayacaklar çünkü bilinç, sadece Yaradan tarafından yarattığına ruhundan üflediği bir lütuf!
Tehlike dediğimiz bambaşka! Hacklenip kameradan görüntüleri internete sızdırmaktan, kedi köpek kovalamaktan çok daha fazla!
Neymiş derseniz bu tehlike, cevabı ‘Alışmak!
Öyle alışacağız ki her şeyi Yapay Zekaya danışmaya, kendimize güvenimiz artacak, kitap da yazabileceğiz- beste de yapabileceğiz- en zor problemleri çözüp en ağır dilekleri yazabileceğiz. Nasıl her şeyi Google’a sormaya alıştık ona da öyle alışacağız. Öyle ki zamanla güvenimizi öyle kazanacaklar ki verilen cevabı sorgulamayı da bırakacağız. Ne diyorsa ona inanacağız.
Ve bir zaman sonra da bunları kendimiz yapıyoruz sanmaya başlayacağız. Güç zehirlenmesi yaşayacağız ve zehirlenmeden yoğurt yiyerek de kurtulamayacağız.
Velhasıl Yapay Zekâ, insanlığın başına gelen en iyi şey ya da en kötü şey olacak, bu bir gerçek!
Hangisinin olacağına da zeki insanlar karar verecek!
……………………………………*…………………………………
O'nunla her şeye varız
Ay bekliyorum bir olay olur da sevinecek, yazarım diye!
Bir şey kazanırız belki ülkece, kutlanacak bir şey arıyorum modumuz biraz yerine gelsin diye, Yok!
Psikolojimiz düzelecek gözükmüyor ne yapayım, dedim bir kutlama sebebi ben bulayım! Sizin için daha ne yapayım!
O zaman şimdi kutlama zamanı, asın bayrakları!
Bu hafta, 7’den 70’e, A’dan Z’ye herkesin tartışmasız sevdiği bir yemeğin haftası!
Öğrenci evinden lüks lokantaya, çocuğundan yaşlısına herkesin sevgilisi Makarna!
Ve 25 Ekim Dünya Makarna Günü! Makarnacılar haydi buyurun yazıma!
Makarnayı her ne kadar İtalyanlar sıkı sıkı sahiplenmişler ve başkasının sahiplenme teşebbüsüne dahi izin vermeseler de maskeleri düştü bile! Arkeolojik kazılara, tarihi buluntulara, yazılara ve kaynaklara baktığımızda makarnanın Eski Yunanlılar ile Çinliler ve Araplar tarafından yapılmış ve tüketildiği görülüyor. 1292 yılında Marco Polo’nun Çin’i ziyareti sonrasında İtalya’ya dönüşünde beraberinde Spagetti ve yapılışı ile ilgili bilgi getirdiği kayıtlarda yer alıyor. Buna rağmen İtalyanlar, makarnanın mucidinin kendileri olduğunu hala neden iddia ediyor, aklım almıyor. Hoş bugünlerde aklın alabildiği bir şey var mı diye sormaktan da insan kendini alamıyor. Neyse dağıtmayalım mevzuyu, uzun zaman sonra kutlayacak bir şey bulmuşum lütfen mundar etmeyelim, olaysız dağılıp yazıya dönelim!
Makarna, 20. yüzyıla kadar İtalya başta olmak üzere Arap yarımadası ve Çin’de üretilmeye ve tüketilmeye devam etti. Üretiminin az maliyetli ve kolay olması, farklı şekillerde hazırlanıp sunulması nedeniyle de zamanla daha çok sevildi. Ülkemizdeki ilk makarna fabrikası ise 1922 yılında İzmir’de “Türk Makarna Fabrikası” adıyla Hasan Tahsin Bey tarafından kurulmuş. Fabrikada yalnızca 10 kişi çalışıyormuş ve “el presi” yöntemiyle günlük 850 kg üretim kapasitesine sahipmiş. Bu küçük fabrika ile başlayan Türkiye’nin makarna macerası, bugün devasa boyutlara ulaşmışmış. Tabi bunda en çok, makarna yapımında kullanılan durum buğdayının ülkemizde bol miktarda yetiştiriliyor olmasının payı varmış.
Her ruh haline ve her keseye uygun olan makarnayı sevmeyen var mıdır hiç acaba?
Spagetti’si bir yana Tortellini’si bir yana, kelebek makarnalar uçuşurken midede, acılı penne de nasıl sevilmez söylesenize! Salçalısı mı – Kremalısı mı güzel tartışadururken siz, yoğurtlu makarnayı değişmem hiçbir şeye!
Bekarın kurtarıcısı, fakirin kahramanı, etin yoldaşı, şarabın-peynirin arkadaşı makarnayı, su kaynadıktan sonra atmak, tencerenin kapağını kapatmamak ve diri kalmasını sağlamak lazım!
Yani ideal kıvamın İtalyan ifadesiyle Al Dente olmalı!
Un ve yumurtanın birleşiminden yaratılan bu sarışın afeti kim bulduysa ellerinden öperim!
Birçok erkeğin de; "Abi çok seviyom bunu ben" dediğinde sevgilisinden değil de makarnadan bahsettiğine yemin edebilirim!
Ve 25 Ekim Dünya Makarna Günü’nüzü kutlar, bol karbonhidratlı günler dilerim!
………………………………*………………………………..
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Tartışması: Ünlü oyuncu Gülse Birsel’in Avrupa Yakası'nda birlikte oynadığı ve 17 Ekim'de hayatını kaybeden Vural Çelik’e sosyal medya hesabından paylaştığı mesajla veda ettiği paylaşım üzerine başlayan polemik, gittikçe büyüdü. “Ölünün arkasından konuşulmaz” dan mevzu neredeyse Gülse yüzünden öldü’ye kadar geldi! Ya Gülse Birsel’e cenazeye neden gelmediği, Vural Çelik’in zor dönemlerinde niye yanında olmadığı o kadar çok sorulunca kadın da açıklama yapmış hem de gayet zarifçe! Günah keçisi aramakta da bulmakta da üstümüze yok gerçekten! Gereksiz bir tepki olduğunu düşünüyor daha da bir şey demiyorum!
Haftanın Vefatı: 15 Temmuz Darbe Girişiminin sorumlusu olduğu gerekçesiyle Amerika’dan iadesi istenen Fethullahçı terör örgütü lideri Fethullah Gülen, 83 yaşında hayatını kaybetti! Uzun zamandır sağlık sorunları yaşadığı söylenen Gülen’in uzun yıllardır ikamet ettiği Pensilvanya’da toprağa verileceği belirtiliyor! Onca şehidin kanı, onca masumun hakkı, yitip giden evlatlar, hakkı yenen çalışanlar ve hepsinin ahıyla ebediyete intikal! Karanlık bir son! Allah’ın rahmet eyleyeceğini sanmıyorum!
Haftanın İlişkisi: Fırtınalı aşk hayatları ile gündemden düşmeyen Sabancı ailesinde yaşanıyor! Ünlü oyuncu Kerem Bursin, Türkan Sabancı ile merhum Sakıp Sabancı'nın torunu olan 31 yaşındaki Melisa Sabancı Tapan ile yeni bir ilişkiye başladı! Esmerlikten sarışınlığa radikal bir değişim yapan Tapan ile Bursin’in henüz taze olan ilişkilerinin evliliğe evrilip evrilmeyeceği henüz belli değil! O değil de evlenirlerse Kerem ile Hande, elti mi olacak şimdi, bacanak mı :)
Haftanın Organizasyonu: Televizyon ve dizi sektörünün en önemli organizasyonlarından biri olan Mipcom Fuarı, Fransa’nın Cannes şehrinde gerçekleşti. 40. kez düzenlenen fuar, küresel dizi pazarının en önemli buluşma yeri ve fuarda Türk dizilerini, dünyanın en önemli televizyon dizileriyle birlikte görmek gerçekten gurur verici! Dünya çapında işler yaratan Türk yapımcılarını ve oyuncularını yürekten kutluyorum.
Haftanın Oluşumu: BRICS! Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti ülkelerinden oluşan hatta adını bu ülkelerin baş harflerinden alan bu oluşum aslında 2006 yılında kuruldu. Ama son dönemde artan sıcak gelişmeler sebebiyle faaliyetlerine hız kazandıran bu oluşumun ana amacı, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası konularda daha çok söz sahibi olmasını sağlamak! BRICS ülkeleri yıllık zirve toplantılarında kararlar alıyor ve sırayla 1 yıllığına grubun dönem başkanı oluyorlar. Türkiye de doğu ekonomisini batı ekonomisiyle birleştirebilmek, coğrafi olarak sahip olduğu doğu-batı arasındaki köprü konumunu ekonomik bütünleşmeyle de sağlamlaştırmak amacıyla BRICS’e üyelik başvurusunda bulundu! Dünya için hayırlı olsun, verimli ticari iş birliklerine vesile olsun inşallah!