Los Angeles’tayım, saat 05.00.
Gözümü açıyorum, elim telefona gidiyor.
Sadece jetlag’den değil, içimde bir sıkıntı var.
Uzun zamandan sonra ilk defa daha yataktan kalkmadan kendimi Twitter’da buluyorum.
Uzakta olunca daha çok merak ediyor, daha çok şey bilmek istiyor insan, ülkede neler olduğuyla ilgili.
Daha olanlardan haberim yok, yazımı yazmış uyumuşum.
Saat farkından dolayı 10 saat geriden geliyorum haliyle.
Bugünkü konumuz bayram sonrası şehre dönüşümüze uygundu.
Bayramın etkisi bir anda silindi gitti…
Olanları okudukça, ilk görüntüleri izleyince tüylerim diken diken oluyor.
Hele o iki fotoğrafı alt alta görünce daha da içim acıyor.
O korkunç patlamanın ve katliamın öncesi ve sonrası.
Bir yanda uzun masada güle oynaya oyuncak götürenlerin hali…
Bir yanda dakikalar sonrası, aynı yerde, aynı insanlar…
O korkunç patlamanın acı kayıpları, yaralıları…
Yine sözün bittiği yerdeyiz.
Terörü kınamaktan, hepimize başsağlığı dilemekten ve geride kalanlara sabır dilemekten başka hiçbir şey yapamıyoruz.
Ulusal yas ilan edilir mi bilmem, edilse de edilmese de değişmiyor, yastayız. Dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlayarak.
Bugün sizi çok kıymetli Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun Suruç’uyla baş başa bırakıyorum.
Hâlâ ‘ama’ diye başlayan cümleler olmaması dileğiyle…