İnsani yaratıcılığın kaçınılmaz bir biçimde gerektiği meslekleri saymamız gerekse, eminim mimari, grafik, müzik, resim gibi, bilumum görsel, işitsel sanatları bir çırpıda sıralayabiliriz.
Polislik, öğretmenlik ve doktorluk aklımıza gelmeyeceği gibi, uygulama sınırlarının yasalarla, bilimle, müfredatla çevrili olduğunu düşündüğümüz benzer bir sürü meslek de aklımızın ucundan bile geçmeyecektir.
Doktorluk sınırları içinde kalmam gerekirse, bir sanatçıyla tanıştıklarında, “onların yeni, yaratıcı fikirlerle, heyecan dolu bir hayat yaşadığını” gıptayla dile getiren meslektaşlarıma bile hep şaşırarak baktım. Doktorluğun zaman zaman bizzat doktorlar tarafından, rutinleri olan bir meslek olarak algılanması beni hep üzdü. Çünkü bu yazının konusu bu olmasa bile; ben doktorluğun, yaşamı her gün yeniden formüle etmeye dayanan bir yaratıcı zeka gerektirdiğini düşünüyorum. Üstelik bunun biraz da insan üstü ve sabırlar ötesi bir tutkuyla bezenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bizler, cıvatadan sızan yağla değil dudaktan sızan kanla, rakamlarla değil insanlarla, ritimlerle değil nefeslerle uğraş veren ve başarısızlığı son derece üzücü, başarısı bile genelde tedirginliklerle dolu bir yaşamı paylaşıyoruz.
Bilimin bize son güne kadar sunduğu tüm veriler, o son gün değişebilecek kadar zayıf. Böyle olmasa her geçen gün yeni yollar ve yöntemler keşfedilebilir mi? Geçmiş vakaların elimizi güçlendirdiği tüm sonuçlar, son vakamızda kırık parçalarıyla elimizde kalmaya hazır. Uğraştığımız her hastalık, her sorun; aç bir kurt gibi zihnimizin, deneyimimizin ve araştırmalarımızın onlara getireceği yeni, taze, denenmemiş yöntemleri bekliyor. Bizler, dün kendi terimizle bulduğumuz veya bulunmuş olan her şeyi yarın yeni bir soruna kurban etmek ve yenisini bulmak motivasyonuyla yaşıyoruz. Bunları neden mi anlatıyorum? İnsanı doktora dönüştüren tüm bu detaylar, kitaplarda, akademilerde ve hatta yasalarda yazmıyor. Tutku ve çaba dolu bir gönüllülükle kazanılıyor.
Pandemiden önce de vardık
Her meslekte iyi ve kötüler var ama inanın kötülerin sayısı bizim mesleğimizde çok daha az. Biz daha öğrenciyken insan vücudunun mükemmel detaylarını, insana hayret veren işleyişini gördükçe, insana ve yaşama saygıyı benzersiz bir hayranlıkla öğreniyoruz. Doktorların mesleki mücadelesi ve yoğun mesaileri COVID-19 ile gündeme geldi ama biz pandemiden önce de bu mücadeleyi rutin olarak veriyorduk. Pandemiden sonra da başka hastalıklarla uğraşarak devam edeceğiz. Bu sorun bittiğinde yoğun bakım ünitelerinde çalışan meslektaşlarımızın ne risklerinde ne de çalışma şartlarında bir rahatlama olmayacak. Toplum popüler olan mücadeleyi, popüler olduğu süre içinde algılıyorsa da gündem değiştiğinde hayat yine aynı kalıyor. Hasta veya hasta yakını olarak geldiğinizde sarf ettiğimiz çaba ve sabır sadece bir kesit; oysa bizler, öğrenciliğimizden itibaren başka hayatları anlaşılmaz bir adanmışlık ve alışkanlıkla- kendi hayatlarımızın ve ailemizin önünde tutuyoruz.
Sevincimizin resmi
Bir doktor öldürüldüğünde veya ona zarar verildiğinde, çevresindeki tüm meslektaşlarını hekime, sağlık neferine dönüştüren tüm bu heves ve tutku da öldürülüyor, yaralanıyor ve yok ediliyor. Günün sonundaki kayıp yine de hiçbirimizi durduramadığı için acı verici oluyor.
Bugünlerde internette sıklıkla dolaşan; ameliyat, yoğun bakım, mesai bitimi yorgunluğu fotoğrafları, yere serilmiş doktorlar, raflarda uyuyan sağlık personeli fotoğrafları ve benzeri sessiz sağlıkçı imajları var ya, işte onlar bizim mutlu, huzurlu, dokunulmuş yaşamlarla beslenmiş hayatlarımızın fotoğrafları. Onlar bizim sevincimizin resmi.
Sağlıkla ve bugünlerde evde kalın.