Bağlanma, bebeğin yaşamın ilk yıllarında kendisine bakım veren kişi ile arasında kurduğu ilişkidir. Bu dönemde ağlama, gülme, temas, kucağa almak gibi sinyallerle bebekler bağlanma üzerine deneyimler yaşarlar. Yardıma muhtaç ve ihtiyaç hissettikleri anlar da bakım verenlerin onların yardım çağrılarına cevap verme ve ihtiyaçlarını karşılama süresi ile orantılı olarak bebek kendisine bakım verenle bağ kurmayı deneyimler.
Bağlandığınızda, bağlandığınız kişilerin varlığı size bir güvenlik ve rahatlık duygusu verir. Bunun sonucunda seçtiğiniz bağlanma objesi aslında ‘güvenli üs’ görevi görür. Bebek, tehlike olarak algıladığı durumlarda korunmak ve tekrar rahatlama halini yaşamak için seçmiş olduğu güvenli üs olarak seçtiği kişiyi arar. İhtiyaç hissettiği an da bakım vereni yanında bulamazsa eğer güvensiz bağlanma gerçekleştirirken tam o an da ulaşıp rahatlama halini yaşadığında güvenli bir bağlanma gerçekleştirmiş olur. Bağlanma eylemini gerçekleştiren bir bebek dış dünyayı keşfederken bir yandan da bağlanma objesiyle yakınlığını koruma çabası içindedir. Keşif dönemi olan erken çocukluk döneminde, güvenli üssün çocuğun yanında olmadığı durumlarda çocuğun araştırıcı
2 yaş , çocuğun kendi fiziksel ihtiyaçlarını ve benliğinini tanıması adına farkındalığının başladığı bir dönemdir. Çocuk bu dönemde önce kendi tanımayı ve kabul etmeyi daha sonra da çevresine varlığını kabul ettirmeye çalışır nitelikte davranışlar sergilemektedir. Utanma , inatlaşma , rekabete girme , ilgi çekme , işbirliği , karşı koyma gibi davranışları benimser. Özellikle bu dönemde görülen bir nesneyi sahiplenme isteği en çok karşılaşılan davranış örneğidir. Mevsimine uygun olmayan bir kıyafeti giyinmek için diretme , su bardağını taşımak , çorabını tek başına giyinmek için direnmek gibi inat içerikli davranışlar çocuğun 'Bende Varım' deme şeklidir. Çocuğun kendisini ve çevreyi keşfe başladığı bu dönem de sıkça çoğalan 'Neden ?' ve 'Nasıl?' soruları benlik tanıma sürecinin gündemindedir. Bağımsızlığını ilan etmeye çalıştığı bu dönem de , çocuk ile ebevyn arasında çatışma yaşar. Bu dönemde ebevyn , çocuğun sergilediği hiç bir davranışı kişisel algılamamalı ve içselleştirmemelidir. Çocuk bu dönemde yaptığı her davranışın temelinde kendi benliğini bulması ve çevresine bunu ıspatlaması kavramı yatar.
Ebevynler Nasıl Davranmalıdır?
2 yaş dönemi , Egocentrism
Okulların açılmasıyla birlikte kalabalıklaşan şehirler gibi insan zihnide oluşturulmaya çalışılan eksik ihtiyaç listeleri ve yeni döneme başlamanın stresi ile dolup taşıyor.Öğrencileri bir yandan merak ve heyecan sararken bir yandan da tatile veda etmenin hüznü sarmalıyor.Aileler ise çocukların okula başlamasını birer nefes alma tenefüsü gibi görürken bir yandan da çocuklarıyla birlikte başlayacakları maratonun nasıl süreceği telaşı almış gidiyor.Özellikle okula ilk defa başlayacak öğrenciler hiç tanımadıkları bir ortamı hiç tanımadıkları kişilerle paylaşırken ilk tutumları ne olacak ve sonrasında süreç nasıl ilerleyecek ailelerin tam da bu nokta da kaygıları devreye giriyor.Bu süreci kolay atlatmanın ilk adımı kaygılarımızı doğru bir şekilde kanalize etmek olacaktır.
İlk Gün Sendromu Nasıl Atlatılabilir?
Okula ilk defa başlayan bir çocukta ,senelerdir güvenli bağ kurduğu ebevyni ve kendisine yaratmış olduğu güvenli alanın dışına çıkması sebebiyle yaşadığı kaygı çok rahatlıkla gözlemlenebilir.Bununla beraber okulu reddetme,sınıfa girmekten kaçınma,arkadaşlarını reddetme ve ağlama nöbetleriyle çocuk içinde bulunmuş olduğu kaygılı ruh halini davranışlarına yansıtır.Burada
Bütün bir kış beklediğimiz tatil maalesef artık bitiyor ve yeni dönem herkes için çanlarını çalmaya başlıyor.Sıcak yaz günlerinden soğuk kış günlerine ,günün yerini daha erken geceye bıraktığı zamanlara hazırlık yapılan bu günler de aklımızın bir tarafı bir sonra ki senenin tatil planlarını yaparken bir yandan da aklı biriken mailler,yapılacak yıllık planlar ,çocukların açılacak olan okulları ve günlük rutinde ki bir çok durum kurcalıyor.Nasıl bir yol izlesek tatil rahatlığından günlük rutinimize sendromsuz geçebiliriz ? adına bir kaç tüyo paylaşacağım.
İlk Olarak ,
Yaşadığınız bu tatlı ekşi sendromda yalnız değilsiniz.Bir süre yabancılaşılan günlük rutine tekrar dönmek herkes açısından en az sizin hissettiğiniz kadar zorlu bir süreç.
Tatil bavulunuzu bekeltmeden boşaltıp yerleştirmek sizi bir süre yabancı kaldığınız günlük rutin düzeninize tekrar alıştırmakta önemli bir rol oynamaktadır.Eve günlük alışverişi yapmak adına her zaman uyguladığınız market rutininizi gerçekleştirebilirsiniz.Evinizi terkar düzene koymak adına bu yıl sizin için lazımlı olan özel eşyalarınızı,kitaplarınızı,ev içi araç gereçlerinizi toparlayıp düzenleyebilirsiniz. Biolojik olarak uyuma ve
Günümüzde de son zamanlarda azalmasını ümit ettikçe daha çok artan çocuk istismarları hepimizin içinde büyük bir acı , zihnimizde ise büyük bir korku olarak yer ediyor. Ebevynler , yaşamış oldukları haklı korku sebebiyle akıllarında beliren iki büyük soru zihinlerini kurcalamaktadır.
1) Acaba çocuğumun başına böyle bir şey gelirse nasıl haberim olabilir?
2) Onu nasıl koruyacağım?
Öncelikle çocuk istismarı sebebiyle akıllara gelen hastalık Pedofili'den biraz bahsedeceğim. Pedofili , cinsel açıdan tatmin olmak için ergenliğe girmemiş çocuklarla fiziksel genellikle de cinsel temas kurulmasıdır.
Kaygı bir diğer adıyla anksiyete nedir?
Kişi kendisi için tehlike arz eden durumlarda karşı karşıya kaldığında beliren bir uyarandır.
Kaygı tıpkı mutluluk, üzüntü gibi bir duygu bir histir. Genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkar temeli çocukluk zamanlarına veya genetik faktörlere dayanabilir.
Sosyal fobi, yaygın anksiyete, okb, özgül fobi, travma sonrası stres bozukluğu, agorafobi, panik bozukluk gibi alt dalları mevcuttur.
Kaygılı kişi dünyayı nasıl görür?
Kaygılı kişi, kendisi ve sevdiklerinin başına her an kötü bir şey gelecekmiş hissiyle yaşar. Dünya çok kötü bir yer ve her an bir felaket olabilir diye düşünür. Sürekli zihnini kötü bir şey olacak korkusu meşgul eder. Kaygılı kişi kendisi için oluşturduğu iyi hissettiği, güvenlik alanlarını tercih eder. Kaygı yaşayacağı ortamlardan ve durumlardan kaçınma davranışında bulunur.
İnsanların özellikle de kadınların çoğunluğunun hayatı aldıkları kilolardan şikayet ederek geçiyor. Hiç Yediğiniz yemeklerin veya atıştırmalıklarınızın duygularınızla bir bağlantısı olduğu fikrini daha önce hiç düşündünüz mü? Ne alakası var biraz inceleyelim birlikte .
Duygusal yeme, kişilerin olumsuz duygularla karşılaştıklarında bir baş etme yöntemi olarak geliştirdikleri aşırı yeme halidir. Aşırı yeme hali, yaşanılan hayal kırıklığı, üzüntü, kaygı, depresyon gibi durumlara karşı geliştirilen duygusal bir savunma mekanizmasıdır. Aşırı yeme isteğinde birey fiziksel değil duygusal açlığını doyurmaya çalışmaktadır. Bu duygusal açlık; çevresel faktörler, genetik yatkınlık, beden algısı, sosyal ortamdan kaçış, depresyon, stres, sosyo-ekonomik düzey gibi birçok alanla yakından ilişkilidir.
Yapılan araştırmalarda kişilerin kendilerini suçlama, dış dünyaya öfkelenme, haksızlığa uğrama gibi olumsuz durumlarda yemeğe yöneldikleri görülmüştür. Bu kişilerin duygusal olarak rahatsız oldukları durumlarda, yemek yedikçe rahatlama hali yaşayarak öfkelerinde azalma tespit edilmiştir. Burada yemenin temelinde ki durum ‘açlık’ değil "çözümlenemeyen duygulardır." Asıl istek "ağzın dolu olma"