Herkese merhaba,
Bu yazıyı gece 1,5 civarında yazıyorum, neden peki? Hayata ve insanlara dair öğrendiğim çok net şeyleri oğlumun kafasına kazıya kazıya işlemek için aldığım kararı herkes öğrenmeli diye, deli bir fikir sardı beynimi, sabahı bekleyemedim de ondan… Yaşayarak değil, kazıyarak öğretmeyi seçtim. Durun hemen yargılamayın, sebeplerim var.
İşten ayrılalı 2 ay kadar oldu. Bu duruma en çok sevinen ise oğlum Toprak oldu. Çünkü en büyük şikayeti “anne beni okuldan geç alıyorsun”du. Geç dediği de akşam 6 civarı filan. Bir gün okuldan aldım, işten ayrıldım, artık işe gitmeyeceğim dedim. Sevinçten zıplarken kafasını arabanın tavanına çarptı.
Biz oğlumla çok eğleniriz. Anne sen çok eğlenceli bir annesin der hep bana. Sana çok gülüyorum diye de ekler. Güleyim mi üzüleyim mi bilemedim. Ama çocuğumun akıl ve ruh sağlığının yerinde, huzurunun da maşallahı olduğunu görünce, sanırım doğru yoldayım dedim kendime hep. Yoldan çıkmaya başladığımı fark etmeden önce. Bir gün kendimi oğluma bağırırken buldum, oysa sadece oynamak istiyordu benle. Bendeki küstahlığa bak! Ertesi gün yemeğini ye diye baskı yapıyordum. Peh! Ne kadar çirkin bir insan olmaya başlamıştım. İşyerimdeki huzursuzluğa mal
Anne ve Babanın Siması, çocuk ruhunun besin kaynağıdır
Ciddi gözükmek için gülmeyenler, cool takılacağım diye insanlara karşı mesafeli bir hayatı seçerken depresyona sürüklenenler…Üzülüyorum. Koyvermiyorlar kendilerini… Kocaman kocaman gülerken, kahkaha atarken “hafif meşrep” damgası yemekten korkuyorlar çünkü… Esprili olunca kariyer yapamayacaklarını sanıyorlar çünkü… Anı yaşamayı, her şeyi geldiği gibi kabullenmeyi, zayıflık olarak görüyorlar çünkü. Her neyse konu bu değil ama bağlantılı olduğu bir konu var ki, çocukken yaşadıkları…
Evet evet, birileri onlara çocukken, sesli gülme ayıp dediği için belki ya da yüz kası gelişmemiş anne ve babalarıyla yaşadıklarından belki, bilemiyorum ama en fenası da ne biliyor musunuz? Ne yaşarsan onu yaşatırsın mottosu… Eminim kimse çocuğuna bu kötülüğü yapmak istemez ama, yüz kası gelişmemiş bir anne ya da babanın çocuğuna yaptığı en büyük kötülüğü anlatmak istiyorum bugün sizlere… Sadece görünüşte soğuk ve itici olmaktan bahsetmiyorum.
Bu durumun ruhuna, bedenine, karakterine, ilişkilerine, geleceğine nasıl sirayet edeceğinden bahsediyorum.
Eski fotoğraflarımı karıştırırken önüme bir fotoğraf geldi; tam throwback yapacaktım ki kendime geldim. Yok canım, o kadar özgüvenim yok henüz. Hani kendiyle barışık biriyimdir ama o kadar değil. Hamilelik fotoğraflarımdan bahsediyorum. Hadi ama, kaçımız o fotoğraflara bakıp “aahh dünya güzeliyim” diyoruz. Demiyoruz elbet! Çünkü ne yazık ki etrafımızda dengesiz, patavatsız, dangoz o kadar çok insan var ki; hamile olan kadına yaptığı o soğuk ve manasız esprileriyle, resmen kendinden nefret eder hale getiriyor. Sonra da hatırlamak bile istemeyeceğimiz anılarla doluyor, o caanım süreç.
Aslında her hali güzel olan, e haliyle hormonal dengelerin tamamen bozulması suretiyle, insanın beynini ve aslında tüm benliğini geçici olarak esir alan, akıl ve zekadan bir miktar uzaklaştıran bir süreç hamilelik. Haa, bu dönemi hiçbir şey olmamış gibi atlatanlar yok mudur? Vardır efendim… Lakin hamileyken siz bile eminim o büzüşük beyinli insanların cümlelerine maruz kalmışsınızdır.
Asıl konuya gelmek istiyorum, hamile kadınlara söylenmeyecek sözler, kurulmayacak cümleler üzerine sanırım sabaha kadar konuşabilirim. Bu bombardımana maruz kalmış birisi olarak çok net söylüyorum ki, çenenizi
Her anne ve elbette her insan için konuşulması zorunlu ama tatsız konular oluyor mesela hayatta; örneğin çocuğum cinsel istismara, tecavüze, tacize ve saldırıya uğrarsa… Son derece sevimsiz bir konu farkındayım ve hepimiz sanki başımıza gelmeyecekmiş gibi olabildiğince az kaygı duyuyoruz. Oysa çocuklarımıza doğduğundan itibaren nasıl yemek yiyeceğini nasıl tuvalete gideceğini nasıl yürüyeceğini hep öğretiriz, cinsel istismara karşı kendini nasıl savunacağını öğretmek de temel görevlerimizden biri! Ancak bu olayı abartıp çocuklarımızı eve kapatmadan, hayata ve insanlara karşı olan sevgisini ve güvenini sarsmadan… İnsan olduğunu ve hayatın koskocaman bir iletişim yumağı olduğunu unutturmadan. Belli ki bazılarımız koparıyoruz çocuklarımızı hayattan, belki tecavüze karşı her türlü gardını almış olarak yaşıyor, bedenini koruyor ama peki ya akıl sağlığı? Yaşamının geri kalanından beklentilerini öldürmek, hayallerini, umutlarını öldürmek; insanlara karşı güvenini sarsmakla aynı potada bence! Benimle aynı düşünmüyor olabilirsiniz zaten işim hayata karşı daha umut ve sıcak bakanlarla. Ha “benim çocuğumun başına gelmez, nasılsa evden okula okuldan eve, her halini kontrol ediyorum”
KİMİNE GÖRE DOĞRU OKUL NASIL BULUNUR, BANA GÖRE MUTLU ÇOCUK NASIL OLUNUR?
İtiraf etmeliyim ki, çocuğuna şu fellik fellik okul araştıran sorgulayan ebeveynlerden değiliz. Eşimle tek düşüncemiz, çocuğun okula ve arkadaşları arasında kendini ait hissetmesi, doğru iletişim kurup mutlu olmasıydı. Herhangi bir öğrenme süreciyle ilgili beklentimiz minimum düzeydeydi. Zira, eğitimin verdikleri ve veremedikleri üzerine daha önce de defalarca yazı yazmış birisi olarak, yıllar yıllar süren bir okul hayatının oğlumuz için çok da merkezde bir önemi olmadığını düşünüyorduk.
Bu duygu ve düşüncelerle, okulundaki en samimi arkadaşının başka okula geçmesiyle biz de oğlum Toprak’ın okulunu değiştirmeye karar verdik. Yaptığımız tek şey, arkadaşının gideceği o okulu araştırmaktı. Hepsi bu! Olumlu geri dönüşler sonrasında hemen ertesi hafta yeni okuluna kayıt yaptırdık. Çünkü önemli olan okulun başarısı değil çocuğun mutlu olmasıydı. Her okul aynı değil miydi zaten! Değilmiş!
Her gün ne öğrendin sorusu yerine eğlendin mi diye sormak bana daha akıllıca geliyordu, çünkü gerçekten eğlenmesini istiyordum. Anaokuluna giden bir çocuğun kendisinden bir şeyler öğrenmesini bekleyen anne-baba konumuna düşmek,
Merhaba,
Gün geçmiyor ki, okullarda yeni bir uygulama ile karşı karşıya gelmeyelim; 4+4+4 leri konuştuğumuz günlerden, tam zamanlı eğitimi konuştuğumuz günlere doğru hızlı bir geçiş yaptık. Herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde sistemi bu kadar sık değişen bir eğitimden bahsedemeyiz. Tam alıştık derken vazgeçiliyor, oh vazgeçtiler derken başka bir görünümle aynı yapının tekrar dayatıldığını görüyoruz. “Dayatılma” diyorum zira, bizim gariban evlatlarımız, sistemi belirleyenler için deneme tahtası usul ve yöntemleri içerisinde, en ergonomik hücreler. Hücre kelimesine de bu aralar takmış durumdayım ama buraya en uygun kelime olarak bunu uygun gördüm. Çünkü en küçük birim öğrencilerimiz. Kervan yolda düzelir mantığı içerisindeki, en küçük yapılar onlar. Yukardan gelen talimatları yerine getiren, olmayınca hoop çöpe giden projelerin baş aktörleri onlar.
Oğlum Toprak şimdilik anaokuluna gidiyor sistemi hala çözmüş değilim. Yani bazen düşünüyorum, acaba kapasitem mi yetersiz diye! Cidden anlamıyorum. Yani birini tam anlayacak oluyorum, sistem çöküyor. Eğitim sistemi denilince, tüylerimiz diken diken olur ya, ama benim tüyler hep stabil. Anlamıyorum vallahi!
Lakin anladığım ve
Hatırlıyorum, bir zamanlar evlendirme ajansları ve internet siteleri vardı. Ne ayıplanmışlardı, ne dışlanmışlardı. Bu büroların kapısından içeri girerken görülmemek için şapka ve gözlükle kendini gizleyeme çalışanı mı ararsın, peruk takıp geleni mi? Eski çalıştığım işyerinin komşusuydu da böyle bir bir yer oradan biliyorum. Hatta bir keresinde haberini yapmıştım da, kamerayla içeri girdiğimizi gören vatandaşlar çil yavrusu gibi dağılmışlardı. “Evlenmek istemenin nesi ayıp yahu” diyebilmiştim kısık bir sesle sadece. Evet, ayıptı, edepti. Bunu gurur yapanlar vardı. Nereden bileceklerdi ki, “Kız kurusu” , “evde kalmış” yakıştırmalarına inat, pıtrak gibi türeyen evlendirme programlarının bu kadar reyting alacağını, herkesin göğsünü gere gere buralara doluşacağını. Bilseydi Hasan amcam, gizler miydi kimliğini ismini yazdırdığı ajansın kapısından içeri girerken.
Benim sayabildiğim halihazırda 5 tane evlendirme programı var şu anda canlı yayınlanan. Hepsi de seyirci açısından full çekiyor. Orkestrası var, psikoloğu var, avukatı var, hatta yer yer cast ajanslarından seçilmiş oyuncular da var. Ortamı şenlendiriyorlar. Farklı iki kanalda kendine eş aramaya gelen bir beyefendi
Evlendiğinizde mutlaka karşılaştığınız ilk şey acilen bir çocuk sahibi olmanız gerektiği tavsiyelerdir.Tüm aile büyükleri geçip de karşınıza, önce artık bir çocuğunuz olmalı der; omuzlarınızdaki baskı giderek artar.
Artık bu cümlelerden mideniz bulanacak kadar duymaya başladığınızda, bu yaşadıklarınızın sadece filmin fragmanı olduğunu anlarsınız.
İlk bölümü atlatıp de ikinci bölüme geçtiyseniz şayet, yani bir çocuğunuz olduysa şayet, benzer cümleleri duymaya az kalmıştır, korkutmak gibi olmasın! “Eee kardeş ne zaman geliyor”
İyi niyetli olduklarını düşünerek çoğu zaman gülerek geçiştirmeye çalışırsınız. Her geçen gün artar sorular; “ne zaman, ne zaman, ne zaman kardeş gelecek” diye… Hayır aile planlaması üzerine master yapmışlar desem, kendimi avutsam, yalan! Meselenin geleneksel, ahlaksal ve yaşam koşulları temelinden bahsetsem, boş! İyisi mi susayım diyorum. Allah Büyük diyorum. Hayırlısı neyse olsun, çok şükür sağlığımız yerinde diyorum, ki gerçekten böyle düşünüyorum. Bu bölümü atlatıyoruz, şöyle bir senaryo ile karşılaşıyorum: “Yalnız büyüyen çocuklar huysuz, bencil, problemli, paylaşmayı bilmeyen, başarısız, güvensiz ve önyargılı olurlar”
Buyur!
Belki bir kısmı