Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Takvimlere göre yaşı 86 olan bir insanın hayattan ayrılışı bu kadar sarsıcı bir şaşkınlık yaratabiliyor, onu düşünüyorum bir haftadır. Sabah gözümü açıp “Hoşça kalın dostlarım benim” diyen Genco Erkal’ın satırlarını gördüğümden, o dizelerin her birini kim bilir kaçıncı kez onun sesinden kulağımda duyduğumdan beri. Hiç beklemiyormuşum. Kimse beklemiyormuş, rahatsızlığını bilsek bile.  

“Yaşadım diyebilmen için”

Enerjisinin, coşkusunun, merakının bir an bile takvime yaklaşmamış olması sebeplerden biri elbette. Dans eder gibi yürür, çocuk gibi gülerdi Genco Erkal, hiç aklınıza gelmezdi ki kaç yaşında olduğu. İkinci ve en önemli sebep de kendi adıma, galiba onun bütün yitirilmiş değerleri temsil eden bir masal kahramanı olduğuna, dolayısıyla ölmeyeceğine inanmam. Kaldı mı, söylediği sözle yaşadığı hayat her alanda birbirini tutan insan? O sözü çekinmeden söyleyebilen, sonra da arkasında durabilen? Gittiğinden beri en çok sahip olduğu ‘duruş’tan söz edildi, 86 yıl korunan bir duruş, nasıl sağlam bir omurga.  

Haberin Devamı

Bir yandan Genco Erkal’dan artık yeni bir oyun haberi gelmeyeceği bilgisi son derece canımı yakarken (dönüp bakınca ortaokul yıllarımdan itibaren ülkede – dünyada olan biten her şeye bir de Dostlar’ın penceresinden bakmayı alışkanlık edinmişim) bir yandan da röportajlarını izliyorum. Nedir insanı bu derece dik duruşlu, inançlı, tutarlı ve cesur yapan… Ece Saruhan’ın programında son derece net ifade ediyor; “İnsan yaptığı işi severek, inanarak yapıyorsa, ama sonuna kadar, onun için canını verecek kadar inanıyorsa o zaman korkulacak hiçbir şey yok”.  

Bu ‘hiçbir şeyin’ içinde her şey var; bitmeyen salon sıkıntısı, yasaklar, gözaltılar... 1963’te sahnelediği “Aslan Asker Şvayk” ile ilk ödülünü ve ilk soruşturmasını alıyor, kalan bütün serüveni de bu doğrultuda devam ediyor. Selçuk Metin’in yönettiği “Genco” belgeselinde anlatıyor hepsini. Sokaklarda, caddelerde, en çok Beyoğlu’nda yürüyor, her birinin yerinde yeller esen, yeller esse iyi, ya bir otopark ya bir otel yükselen tiyatro salonlarını göstererek bir zamanlar orada hangi oyunları oynadıklarını, seyircinin nasıl akın ettiğini ve nasıl engellere tosladıklarını anlatıyor.  

Haberin Devamı

Ha bire bir sebepten gözaltına alınmış, oyunları yasaklanmış, yedi yıl pasaportuna el konulmuş, burs kazandığı ABD’ye, Avrupa’da çekilecek filminin setine, kızının yurt dışındaki kalp ameliyatına gidememiş ve hâlâ “şanslıyım” diyor. “Ne mutlu bana ben çok küçük yaşta hayattaki yerimi keşfettim. Asıl sahne üstünde yaşadığımı fark ettim. Ömür boyu sürecek bir maraton bu. Bir etap bitiyor ötekisi başlıyor. Önemli olan her zaman alçakgönüllü olmak, dürüst olmak, yapmacıksız, sahici, içten ve tutarlı olmak”.  

Hayata teşekkür ediyor, tüm verdikleri için. Sahneye her seferinde bir daha çıkamayacakmış gibi sıkı sıkı sarıldığını, sonuna kadar keyfini yaşadığını anlatıyor. Öyle bir coşkuyla anlatıyor ki, sanırsınız bir peri masalı gibi geçmiş bunca yıl. Bir görevle gönderildiğini düşünüyor buraya. “İnsanları mutlu etmek, moral vermek, onlara ümit aşılamak” için.  

Bu ümide çok ihtiyacımız varken gitmesinin yarattığı büyük üzüntü bir yana, benim kulağımda o günden beri Nâzım Hikmet dizeleri, tabii ki Genco Erkal’ın sesinden, Fazıl Say’ın “Nâzım Oratoryosu”nun finalinden (YouTube’da var). “Bu dünya soğuyacak günün birinde, / Hatta ölü bir bulut / Yahut bir buz yığını gibi de değil, / Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak / Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız / Şimdiden acısı çekilecek bunun, / Duyulacak mahzunluğu şimdiden. 

Haberin Devamı

Böylesine sevilecek bu dünya / ‘Yaşadım’ diyebilmen için…