Pedagoji Derneği’nin twitter’da paylaştığı “Çocuk ve Cinsel Kimlik Gelişimi” makalesine ve makalenin kendisinden önce kullanılan çizime bakakaldım. Çocukluğumun resimli hayat bilgisi kitaplarına, hatta birinci sınıfta okuma yazma öğretilirken kullanılan fişlere kadar götürdü beni o manzara. Hatırlarsınız, dehşet verici bir cinsiyet dayatması mevcuttu o resimlerde ve cümlelerde. Kış hazırlıklarından mı söz edeceğiz mesela? Babalar odun keser, anneler turşu kurar, reçeldir salçadır tarhanadır, muhtelif gıda ürünü yapar. Boş zamanlarda mıyız? Erkekler gazete okur, kadınlar örgü örer, oğlan çocukları top oynar, kız çocukları anneye yardım eder.
Hepimizin rolleri, hayattaki görevleri görünmez bir el tarafından belirlenir, bize de belletilir. Kızlara pembe kalpli odalarda Barbie bebeklere elbise dikerek iyi eş - anne - ev hanımı olma dersleri, erkeklere mavi bulutlu odalarda uçsuz bucaksız hayaller... Örgü örmek ve bebek bakmak istemeyen bir kız çocuğu olarak geleceğe dair ciddi bir umutsuzluğa kapıldığımı hatırlıyorum.
Neyse ki zaman değişti ve biz bir şekilde çocuklara reva görülen bu mavi - pembe, otomobil / silah / uçak - bebek dayatmalarının, insanın küçük yaştan bu şekilde kategorize edilip şartlandırılmasının yanlış olduğunu öğrendik. Bilinçli anne - babalar artık çocuklarına “Erkek adam öyle yapar mı”, “hanım kız ol bakayım” yollu müdahaleler yapmayı bıraktı.
Daha da önemlisi, bütün dünya ile birlikte biz de, “hayatta iki cinsiyet ve onların ‘norm’ları vardır, gerisi yalandır” iddiasının gerçek olmadığını, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin ifadesiyle “İkili cinsiyet normlarına sığmayan çocuklar da olduğunu” öğrendik.
Fakat Pedagoji Derneği hariç, anlaşıldığı kadarıyla. Çünkü elindeki bebekle oynayan erkek çocuğuna endişeli gözlerle bakan anne - baba çizimiyle görselleştirilen makalede, “kişinin biyolojik tasarımı ile üzerine inşa ettiği kimlik birbiri ile örtüşmediğinde ortaya cinsel kimlik bozukluğu çıkar” denilerek bu ‘bozukluğun’ teşhis ve tedavi süreçlerine değiniliyor. Gerekçeler arasında “ilk çocukluk yıllarında yaşanan yanlış özdeşim, babanın etkisiz ve ilgisiz oluşu ya da özdeşim kurulmayacak kadar olumsuz bir örnek olması, annenin aşırı koruyucu ve dominant bir yapısı olması, travma ve olumsuz deneyimler” sayılıyor. Ve zaten ülkemizde haddinden fazla yaygın olan transfobik söyleme önemli bir katkıda bulunuyor ki sanırım pedagojinin görev alanı bu olmamalı.
En çok güldüğüm yer de, “Ancak ülkemizde cinsel kimlik sorunu eşcinselliğin normal olduğunu savunmak adına, cinsel tercihler ile birlikte ele alınmaktadır. Cinsel kimlik sorununun da normal bir yönelim olduğu ileri sürülmektedir” iddiası. Zannedersiniz ülkemiz eşcinsel haklarının kalesi. Dünya Sağlık Örgütü transseksüelliği ruhsal rahatsızlıklar kapsamından çıkartmış, biz hâlâ “eşcinsellik sapıklık mı, tedavisi var mı?” ile uğraşıyoruz, yılda bir kez Onur Yürüyüşü yaptırmıyoruz, neyi savunmaktan söz ediyorsunuz?