Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tiyatro ve sinemamızın en büyük aktörlerinden Münir Özkul 90 yaşında. Gözlerden uzak kalsa bile gönüllere yakın olan ustanın yeni yaşıyla beraber, “Yaşar Usta”larla, “Kel Mahmut”larla temsil ettiği değerleri de kutluyoruz

MilliyetYıl 1940... Annesinin “paşa oğlu” okulu kırmış, Miltiyadi sinemasında almış soluğu. Kim bilir kaçıncı kez izlediği vurdulu kırdılı filmin tatbikatı yapılacak çıkışta. Arkadaşı Sırrı Gültekin’le birlikte Yenikapı sahillerinde yuvarlanacaklar. Akşam o salonda ustaları izleyecekler. Dümbüllü’ler, Naşit Bey’ler karşısında... 15 yaşındaki Münir Özkul’un aklı fikri sahnede.

Haberin Devamı

Aksi gibi de mahcup bir çocuktu, Hayriye hanımla İbrahim beyin 15 Ağustos 1925’te dünyaya gelen oğulları Münir. Dadısı Sayma hanım, annesi, ablaları Saime ve Sıdıka hep gözünün içine bakardı. Annesi büyüyüp general olmasını beklerken, okulla, kuralla, nizamla hiç başı hoş olmadı. Üç senelik liseyi sekiz senede, sekiz ayrı okulda bitirdi.

Zaten 15’inde oyuncu olmaya karar vermiş, gizlice Bakırköy Halkevi’ne girmişti. Onu sahneye ilk çıkartan Rauf Aydın, Mete Akyol’un hazırladığı “İşte Hayatınız” programında Münir Özkul’u çalıştırmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyordu: “Kalıba, plana, programa gelen insan değil, tabiatı öyle. Piyesin metnini ezberletmek çok zordu.”

Parlak günlerinin üzerine alkolün gölgesi düşmüştü

Sadece ezberletmek olsa iyi; prova yaptırmak da çok zordu. Bu ürkek delikanlının sahnede nasıl devleştiğini gören Sadık Şendil, 1948 yılında tuttu elinden Ses Tiyatrosu’na götürdü onu. “Aşk Köprüsü” oyunundaki partneri Mürüvvet Sim gözyaşları içindeydi. Münir Özkul ne oyunda kullanacağı Ermeni aksanını denemeye yanaşıyordu provada ne şarkı söylemeye... “Sahnede yaparım” diyordu.

Bir bilinmeze açılan perde, alkışlar ve bravolarla defalarca açılıp kapandı, o şarkı üç kez söyletilerek tiyatroda “bis”te çığır açtı. O ise Sirkeci’ye kadar ağlayarak yürüdü o gece. “Bu alkışlayan insanları kim tuttu?” diye düşünüyordu, “Benimle dalga geçmek, beni rezil etmek için...”

Ses Tiyatrosu’ndan Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne’ye geçti. “Fareler ve İnsanlar”, “Babayiğit”, “Çayhane”... Oyuncu olmasını istemeyen annesinin başarılarını göremeden bu dünyadan göçmüş olması en büyük derdiydi. “Çok bunalımlara düştüm” diye anlatıyordu Mete Akyol’a: “Kadınlarla ilişkilerim hep aksadı, hep annemi aradım. Bir evlilikte dikiş tutturamadım.”

Haberin Devamı

Dört kez evlendi. İlk eşi Şadan hanımdan iki çocuğu olmuş, kızına annesinin, oğluna ise hayattaki yakın iki dostu olan Sait Faik ile Ferdi Tayfur’un isimlerini vermişti. Ancak 50’ler, bunalımlarının arttığı yıllar oldu. İçine sebepli sebepsiz düşüveren sıkıntı duygusuyla baş etmenin yolunu ise delikanlı çağında alkolde bulmuştu. Muhsin Ertuğrul “Sana müsamaha ediyorum, çünkü bir gün bırakacağını biliyorum” demişti. Ama Küçük Sahne’de daha fazla duramadı, Şehir Tiyatrosu’na girdi. İki sezon oldu olmadı, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Cüneyt Gökçer’in kapısını çaldı. Parlak günlerinin üzerine alkolün gölgesi düşmüştü. Sonunda kendi isteğiyle Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’ne yattı.

Haberin Devamı

Asıl efsane Ertem Eğilmez filmleriyle başladı

Yine “İşte Hayatınız”da şöyle anlatıyordu o günleri: “Nedense memleketimizde midesi bozulan insanın hastaneye gitmesi normal karşılanır ama kafası bozuldu mu, hastaneye gitmek ayıp sayılır. Benim çok fırtınalı geçen hayatımda çok defa kafam bozuldu, işin içinden çıkamayacak hale geldim, öyle zamanlarımda da gidip yatıyordum. Benim gibi topluma uyamayan, deli denilen insanlarla çok iyi anlaşıyorum. Bir de meyhanede, toplumla uyum kuramayan insanlarla anlaşmışım.”

Ama artık iyileşmek istiyordu, bunun başlıca sebebi de çocuklarıydı. “Alkolik, kötü bir baba demesinler arkamdan istedim” diyordu: “İyi bir babaydım çünkü, seviyordum onları çok ama girdiğim girdaptan çıkamıyordum.” Tam 11 kez yattı Bakırköy’e. Alkolü ise ancak 1990’larda tamamen bıraktı.

1964’te oyuncu Suna Selen’le ikinci evliliğini yaptı; 14 yıllık birliktelik Suna Selen’in Güner Sümer’e âşık olmasıyla sona erdi. Çiftin 1966 doğumlu kızı Güner Özkul; Sanem Altan’a verdiği röportajda “Çok zampara olduğu kesin” diye anlatıyordu babasını: “Hiçbir zaman durmadı. Hiçbir kadının peşinden koşmadı. Çok hızlı geçerdi. Çok üzülen, kızan kadınlar gördüm babama. Neye üzüldüklerini anlamıyordum. Ben de erkeklerin hep at suratlı (anneannem babama derdi), güzel elli, oyuncu olmasa bile oyunbaz, kötü olanlarını sevdim. Belki de o kadınları anlamaya çalıştım.” Üçüncü evliliğini “Tophaneli Örümcek” lakaplı Yaşar’la yapan Özkul’un dördüncü eşi, 37 yıldır beraber olduğu, kendisinden 28 yaş genç Umman Özkul.

Oyunculuk serüvenine dönersek, 1960’ta Aksaray’da Bulvar Tiyatrosu’nu açmış, 1978’de ise yeniden Şehir Tiyatrosu’na dönmüştü. Arada özel tiyatrolarla turneler, tek kişilik gösteriler ve tabii ki sinema vardı... 50’ler ve 60’larda birçoğunu eski dostu Sırrı Gültekin’in yönettiği bir dolu filmde oynadı ama asıl Münir Özkul efsanesi Ertem Eğilmez filmleriyle başladı. “Boş Çerçeve”, “Beyoğlu Güzeli”, “Senede Bir Gün”, “Son Hıçkırık” gibi melodramların vazgeçilmez ‘Kazım Baba’sı, ‘Ferhat Dayı”sı, iyi kalpli büyüğüydü. Arkasından kalabalık kadrolu Arzu Film şenlikleri başladı... “Sev Kardeşim”, “Oh Olsun”, “Yalancı Yarim”, “Mavi Boncuk”, “Gülen Gözler”...

Dümbüllü’den aldığı kavuğu Ferhan Şensoy’a devretti

Adile Naşit ile oynadığı “Neşeli Günler” (yön: Orhan Aksoy) ve “Bizim Aile” (yön: Ergin Obey) sinema kariyerinin dönüm noktalarıydı. Nerede bir zengin-yoksul aşkı var, Münir Özkul işçi baba olarak perdede, insanlık dersi vermekteydi. 1975’te başlayan “Hababam Sınıfı” furyasına kadar...

Televizyonla macerası kendine yakışır şekilde meddahla; “İbiş’in Rüyası” ile başlayan Münir Özkul, 2000’lere kadar film çevirmeye devam etti. Tiyatroda ise jübilesini Ortaoyuncular’da “İstanbul’u Satıyorum” oyunuyla yaptı. 1970 yılında Dümbüllü’nün ona verdiği kavuğu da 1989’da Ferhan Şensoy’a devretti.

O yıllardan beri de pek az gördük kendisini dünya gözüyle.
15 yıldır demansla boğuşuyor. Zaman zaman öldü haberleri çıkıyor, sevenlerinin yürekleri ağzına geliyor. Şimdi açıp interneti bir arama yapsanız (bence 90’ıncı yaşı şerefine yapın bunu), Münir Özkul adı iki tirat getiriyor karşınıza: Haldun Taner’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyunundaki Tomas Fasulyeciyan tiradı... “Aktör dediğin nedir ki?” diye başlar ve Münir Özkul kitabının da adıdır... Diğeri de meşhur Yaşar usta... Ve aslında bu ikisi, ona dair genel bir çerçeve çiziyor. Münir Özkul doğuştan “aktördür” ve akıllarda en çok paraya pula tamah etmeyen, şerefli, mert, halk adamı karakterleriyle yer etmiştir. Gözlerden bunca yıl uzak, gönüllere bu kadar yakın olmasının başka açıklaması olabilir mi?

Görmesek de orada bir yerde soluk aldığını bilmek, sanki hâlâ birtakım değerlerin de yaşadığına delalet. Münir Özkul var oldukça, Yaşar usta kazanacak.

Unutulmaz karakterleri

-Yaşar usta (“Bizim Aile”): “Bizim Aile”, değeri yıllar geçtikçe bilinenlerden. Üçer çocukla dul kalmış Yaşar usta ile Melek hanımın hikayesini anlatır ve özellikle Tarık Akan’ın oynadığı Ferit, fabrikatör Saim’in (Saim Alpago) kızı Alev’e (Itır Esen) âşık olup evlenince işten atılan gözüpek, kalender Yaşar ustanın tiradıyla sinema tarihine geçmiştir. “Sen, büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim bey sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben. Yaşar usta. Sen benim yanımda bir hiçsin anlıyor musun, bir hiç...” diye gider...

-Kel Mahmut (“Hababam Sınıfı)”: 1975-78 arasında çekilen beş “Hababam Sınıfı” filmi, bugünkü çocukların da gayet iyi bildiği bir Kel Mahmut efsanesi yaratmıştı. Rıfat Ilgaz’ın eserini ölümsüzleştiren Ertem Eğilmez kaptanlığındaki dev oyuncu takımının temel taşlarından biriydi Münir Özkul. Kaderin
bir cilvesi olarak, lise hayatı boyunca okuldan kaçan delikanlı, yıllar sonra öğrencileri enseleyen sert ama babacan, her zamanki gibi dürüst okul müdürü rolüyle kazınmıştı hafızalara.

-Turşucu Kazım Efendi (“Neşeli Günler”): Turşu limonla mı yapılır, sirkeyle mi? 1978 tarihli bir tartışma bugün hâlâ hepimizi gülümsetiyorsa işin sırrı her daim muhtaç olduğumuz sahicilik ve sıcaklık değilse nedir? Adile Naşit ile Münir Özkul turşu kavgasından çocuklarını aralarında paylaşıp ölümcül küserek boşanmış bir karı-koca. Çocuklar günün birinde onları bir araya getirmeye karar veriyor. Biz de 35 senedir bıkmadan izliyoruz. Filmin Gezi Parkı’nın da simgelerinden biri olduğunu, bir akşam vakti parkta gösterilip izleyici akınına uğradığını hatırlatalım.

İçenle içmeyen tamamen farklı

Münir Özkul’un alkolle imtihanı, hayatının her alanına damga vuracak kadar çetindi. Hatta bir ara gazeteci Celalettin Çetin’e evlendiği üç kadını da öldürmek istediğine dair açıklamalar yaptığı yazıldı. Suna Selen “Beni öldürmeye çalışmadı” diye korudu, ayrıldığı eşini. Güner Özkul ise Hürriyet’te Sibel Arna’ya içenle içmeyen Münir Özkul’un tamamen farklı iki karakter olduğunu anlatıyordu: “Birinde ne kadar yumuşak, ne kadar halim selim bir insan oluyorsa, diğerinde o kadar kırıcı olurdu. İçtiği zamanlar arkadaşlarını, arkadaşlıklarını nasıl hırpaladığını gözlerimle gördüm.”