AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, belediye başkanları ile yaşanan istifa krizini değerlendirdi. Önemli olanın parti olduğunu belirten Yazıcı, “Gelirken niye ben demeyenler giderken de niye ben demesinler” dedi.
AK Parti’nin Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı baba ocağı Rize’deki yayla evinde Milliyet’i ağırladı. Buzlupınar köyü Gümüşpınar mahallesindeki doğduğu evde kahvaltı sofrasını açan Yazıcı, karlı dağ manzaralı Çat köyü başta olmak üzere Karadeniz yaylalarında tur atarken sorularımıza şu yanıtları verdi:
- Belediye başkanlarının istifa tartışmaları sürüyor? İstifa etmek istemiyorlar mı? Bu süreç nasıl aşılacak?
Biz çok dinamik bir partiyiz. Türk siyasi hayatında yer aldığımız 14 Ağustos 2001 tarihinden bu yana teşkilatlarımıza büyük önem veririz. Bizim teşkilat anlayışımız içerisinde siyasetin dinamosu partidir. Parti varsa siz belediye başkanısınız, parti varsa belediye meclis üyesisiniz, il genel meclisi üyesisiniz, parti varsa milletvekilisiniz, parti varsa çoğunluğu elde edersiniz, hükümet kurarsınız, Başbakanınız olur, bakanlar kurulunuz olur hatta parti varsa, parti güçlüyse Cumhurbaşkanı seçersiniz. Ve bunun arkasında durursunuz. Dolayısıyla parti önemlidir. Teşkilat önemlidir. Teşkilat başkanlığı olsun, belediye başkanlığı olsun, milletvekilliği, bakanlık olsun bunlar geçici pozisyonlardır, geçici görevlerdir. Nihayetinde bu süreçleri şekillendiren partidir. Dolayısıyla parti daha güçlü olmak, özellikle 2019 seçimlerine daha güçlü girebilmek için bu yapılarda siyaset icabı yapılması gerekli değişim ve dönüşümü yapma hakkına sahiptir. Bunun belki pratiği olmamış, şimdi pratiği yapıyoruz. Dolayısıyla arkadaşlarımız gelirken nasıl kendilerinden daha ehil olanlar varsa, ki mutlaka vardır, niye onlar değil ben oldum dememişlerse şimdi ‘Niye ben, başkaları değil’ dememeleri gerekir. Biz siyasetimizi gönüllü yapıyoruz. Hiç birimizi AK Partiye kimse zorla getirmiş değil. Bu bir meziyettir.
‘Sorunlar aşılır’
Bütün belediye başkanlarımız, istifa edenler, etmeyenler hepsi için geçerli. AK Parti kadrosu içerisine girip birlikte siyaset yapmaya karar veren insanlar aynı zamanda hak ve özgürlüklerini kendi rızasıyla sınırlayan adam demektir. Dolayısıyla bulundukları yerde istediklerini yapamazlar. Belki de çok temel bazı hak ve özgürlüklerini bile bu alan içerisinde kullanmak zorundadır. Bunu peşinen kabul ederek gelmişiz. Bakanlar değişiyor. Meclis güvenoyu vermiş. Bakan değişince hiç ‘Biz güvenoyu verdik sen niye değişiyorsun’ diyen var mı? Arkadaşlarımız kendi özelleri itibariyle içselleştirmekte zorluk çekseler bile partinin buradaki kararlı duruşunu da dikkate almak suretiyle sorun üretmeden bu sürecin aşılmasına katkı vermeleri gerekir. Kriz beklemiyorum, bu sorunlar aşılır.
‘Bu bir bayrak yarışı’
- Bu yenileşme neden gerekli, tabandan mı istek geldi?
Bizim siyasetimiz dinamiktir. Canlı bir partiyiz. Beşeri kaynağımız çok güçlü ve zengin. Deneyimli insanlarımız arttı. Belirleyici olan partidir, dolayısıyla bu belirleyici ana gövdenin daha kaliteli hizmet üretmesi için hedeflediğimiz yerlere varmamıza katkı sağlayacak donanımda olan insanlarla teşkilatlarımızı takviye etmek istiyoruz. Bu değişim ve dönüşümü yaparken bir yer değiştirme, bir bayrak yarışı şeklinde düşünürsek konuyu daha iyi anlamış oluruz. Yoksa arkadaşlarımız ailenin dışına itilmiş, ötekileştirilmiş değil.
Bir değişim yapacağız. Kongrelerde bir önceki dönemin muhasebesini yaparsınız. Gelecek hedeflere varmak için yeni bir yönetim kadrosunu inşa edersiniz. Bu yaptığınız isabetli de olabilir isabetsiz de olabilir. Bu süreci isabetli olarak inşa edebilirseniz belirlediğiniz hedeflere Türkiye’yi taşırsınız. Bizim arkadaşlarımız bir aile hukuku içerisinde kendi özelinde aile bireylerine nasıl davranıyorsa, siyasi ailemiz dediğimiz AK Parti çatısı altında da birbirimize karşı aynı özen içerisinde olmalıyız. Arkadaşlarımız bugün bir pozisyonda değişikliğe uğruyorsa yarın başka bir pozisyona getirilir. Bu pozisyondan alındı artık AK Parti içerisinde bunun siyaset yapacağı bir alan kalmadı denmesi mümkün değil. Umuyorum ki bu süreçte daha da güçlü hale geleceğiz. Kenetlenmemiz daha da güçlenecek.
‘Kuzey Irak’ta olan fırsatçılıktır’
- Kuzey Irak’taki son gelişmeleri ve Barzani’nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bulunduğumuz coğrafya itibariyle yanı başımızda olup biten olaylara karşı seyirci olamayız. Orada etnik kökene dayalı siyaset yapanlar var. Mezhep niteliklerini esas almak suretiyle hakimiyet kurmaya çalışanlar var. Biz bir devletin etnik kökene yada mezhepsel özelliklere dayalı inşasını doğru bulmuyoruz. Kuzey Irak’ta olan bir fırsatçı yaklaşımdır. Tüm kesimler aşağı yukarı Kuzey Irak bölgesel yönetiminin referandum ismi altında yapacağı uygulamaya karşı olduklarını, bunun doğru olmadığını kimileri tahdit koymak suretiyle zamanlama açısından doğru olmadığının altını çizdiler. Biz hem Irak merkezi hükümetiyle hem de Kuzey Irak bölgesel yönetimiyle hep iyi ilişkiler içerisinde olduk. Ve aralarındaki sorunların giderilmesi bizim arzu, istek ve hedeflerimiz arasında yer aldı. Bütün bunlara karşı en zor durumda bize bir minnet borçları var onu ödesinler anlamında değil elbette ama nihayetinde uluslararası ilişkiler veyahut devletlerle bölgesel yönetim arasındaki ilişkilerin de oturacağı, yaslanacağı bir zemin olması lazım. Böyle bir zeminin varolduğunu düşünürken Kuzey Irak yönetimi kargaşa ortamını fırsata dönüştürmeyi hedefledi ve bu referandumu yaptı. Bu referandum yok hükmündedir. Yanlış hesap. Fırsatçılık yaptılar. İlişkilerin güvene dayalı olması lazım.
‘Dersini almış olmalı’
- Barzani dersini aldı mı? Pişman oldu mu sizce?
Dersini almış olması gerekir. Nitekim gelişmeler de onu gösteriyor. Kerkük ile ilgili son gelişmeler bu sözü doğruluyor. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu. Dolayısıyla Irak merkezi yönetimle ilişkilerimizi daha iyi düzeye getirme doğrultusunda pratiğimiz hem bölgedeki siyasi unsurlar bakımından hem de reel dış siyasi politiğimiz açısından inşallah doğru sonuçlar verecek diye düşünüyorum.
‘Avrupa Türkiye’yi hazmedemiyor’
- AB’nin üyelik süreci ve terörle mücadele konusunda yaklaşımına nasıl bakıyorsunuz?
Avrupa özellikle Cumhurbaşkanlığı seçim süreci itibarıyla Türkiye’ye karşı tavırlarını ilkeli olmanın dışına çıkardı. Yani kendi çıkarları söz konusu olduğunda ilkelerini unutuyorlar. Bu tarz bir davranış Türkiye’yi bıktırıyor. 50-60 yıla yakın bir süredir Türkiye AB üyesi olmak için değişik aşamalarda çalışmalar devam ediyor. Ama AB ayak sürüyor. Avrupalılar dünya coğrafyasının bu çok önemli yerinde bulunan Türkiye’yi ve o devletin görünen yüzü olan Cumhurbaşkanımızın dik duruşunu hazmedemiyor. Türkiye’yi daha ileriye taşıyacak lidere salvoları bundan kaynaklanıyor. Dünyada her şeye rağmen Türkiye büyüme oranı itibariyle üçüncü durumda. Bunu daha ileriye taşıyabileceğimizi görüyorlar. Bu yüzden bize yönelik çelme takmaya çalışıyorlar. Ama bunu başaramazlar.
‘ABD’nin vize kararı sürdürülebilir değil’
- ABD ile vize sorunu nasıl çözülecek?
Çok ilginç buluyorum. Bir tavır alırken, bir yaptırıma giderken ona gerekçe oluşturdukları fiille uygulamaya koyacakları yaptırım arasında bir ölçü ve denge olması gerekir. ABD ile Türkiye arasında yaşanan vize sorununu inşa eden ABD’dir. Kendilerinin bilgilendirilmediği gibi gerekçeler göstermişlerdir. Ama bu yaptırımla, yaptırım için gerekçe gösterdikleri eylem arasında kesinlikle ölçülülük yoktur. Ölçüyü aşan bir şey var. Yani sağlıklı yöntemlerle sakin bir şekilde değerlendirilerek ne getirip ne götüreceği hesap edilmemiş bir karar. ‘Buna karşı öyle bir tepki koyalım ki Türkiye’de yapılan bu işlemin benzeri başka ülkelerde cereyan etmesin.’ Belki de bu panik atak içerisinde böyle vize askıya alma yaptırımı uygulandı diye düşünüyorum. Çok sağlıklı değil. Bilgi isteyebilirler. Niye tutuklandı, bu bilgi verilir. Ama ‘Siz bunu niye alırsınız? Böyle şey mi olur’ diyerek, buna karşı bir vize işlemini askıya alması ölçülü değildir, akıl, mantıkla da izah edilemez. Her iki ülkeye de zarar verir. Bu tür yaptırımlar aslında işlemi icra eden hükümeti aşan yaptırımlardır. Doğrudan doğruya halklarla ilgilidir bu yaptırımlar. Onun için sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum.
- ABD’nin PYD’ye silah yardımı, Rakka’da Öcalan posterleri...
ABD’liler çok pragmatik davranıyor ama esas olan ilkeli davranmaktır. Terör ve terörizm tanımı her yerde aynıdır. Uluslararası düzeyde kabul görmüş ve tartışılmayan bir kavramdır. Bu kategori içerisine giren tüm kümelere dünyanın medeni ülkeleri hukukun üstünlüğü, hak ve özgürlükleri esas alan tüm ülkeler aynı gözlükle bakarlar. ABD PKK’yı terör örgütü listesine almış onunla hem fiziki hem de düşünce olarak bir benzeri olan PYD, onun silahlı YPG gibi unsurları maalesef Suriye topraklarında, bir de bahane bulmuş DAEŞ’e karşı bunları kullandığını söylüyor. Hem Cumhurbaşkanımızın hem Başbakanımızın ifade ettiği gibi bir terörist unsuru bir başka terörist unsurla ittifak yaparak yok etmek hem gerçekçi değil hem de ahlaki değildir. Dolayısıyla ABD’nin Suriye’deki pratiği açısından çok büyük bir çelişkiye tanık oluyoruz. Cidden bu çelişki yaman bir çelişkidir. Umuyorum ki sonuçta ABD pratiğe dönüştürdüğü terörizmle mücadeleye ters düşen bu pratiğini gözden geçirir.