"1963 yılında Kıbrıs’ta eşi ve 3 küçücük çocuğu Rumlar tarafından şehit edilen Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın oğluyum."
Mesleki Yeterlilik Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan bu sözlerle başlıyor 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı öncesinde adada yaşanan Rum vahşetini ve barbarlığını anlatmaya.
İlhan gözleri dolarak zaman zaman sesi titreyerek 1963 ile 1974 arasını babasından dinlediği şekilde Milliyet’e şöyle aktarıyor:
TÜRK KALMASIN: O dönem Kıbrıs’ta Türk kalmamasına yönelik planlar yapılıyor. Kıbrıs’ın Yunan adası olmasına çalışılıyor. Kıbrıs’ta Türklere her türlü eziyet yapılıyor. Türk olmayan bir ada istiyorlar. Kıbrıs 1571 yılındaki fethinden bu yana bir Türk adası. Rumlar azınlık. Ama Rumlar Türklere yönelik bilinçli bir soykırım çalışmalarına başlıyorlar. 24 Aralık’ta 200 Türk katlediliyor. Bunların içinde 3 abim ve Mürüvvet anne de var. Daha sonra Kıbrıs Türk Alayı’nın ve Türkiye’nin müdahalesi ile olaylar duruluyor. Ama 1974’e kadar olan süreç içerisinde sürekli Türklerin kaybolması, şehit olması, elektrik verilmemesi, aç bırakılması gibi taciz süreci yaşanıyor.
EVLERİ BASIYORLAR: Esas amaç soykırım yapmak. Adayı Helen adası, Rum adası yapmak. Bunların temeli 1950’lerde başlıyor. Babam 1963 yılında Kıbrıs’a alay baştabibi olarak görevlendiriliyor. Eşi ve çocuklarını da yanına alıyor. O günlerde Kıbrıs’ta EOKA tarafından yapılan katliamlar var. Faili meçhul cinayetler var. Katil şebekesi EOKA var. Evleri basıyorlar. Babamların oturduğu ev şehrin içi. Büyükelçiliğin hemen yanında.
7 AYLIK BEBEĞE: 24 Aralık kanlı noel. Rumlar aradaki dereyi geçerek geliyorlar. Şimdi Dereboyu caddesi. Köşedeki ilk ev bizim ev. Ev sahipleri de bizim evde. Evde yaşlı insanlar, çocuklar ve 4 hanımefendi var. Bu sırada kapıyı tarayarak içeri giriyorlar. İçeride rastgele ateş açıyorlar. Bizimkiler Mürüvvet anne ve 3 çocuğu küvete saklanıyor. Üzerlerine 100’ün üstünde kurşun boşaltıyorlar. Biri 6 yaşında biri 4 yaşında biri 7 aylık. Küçücük çocuklara kurşun sıkılmasının hiçbir mantığı yok. Barbarlık, vahşet. Mürüvvet annenin kurşun girmemiş yeri kalmamış. Bu bir anne ve 3 evladı. Bu hiçbir kültürde hiçbir inançta insanlığa sığmayan barbarlıktan başka bir şey değil. O ev şimdi müze oldu ve adı da barbarlık müzesi. Banyo hâlâ muhafaza ediliyor. Çocukların kıyafetleri sergileniyor. Rumların nasıl saldırdıkları gösteriliyor o evde.
44 YIL SONRA EVE GİTTİ: Babam bu acıyı hiç unutmadı. Biz onların hep abimiz olduğu düşüncesi ile büyüdük. Hiç görmeden abiliklerini hissederek severek büyüdük. Mürüvvet anneye anne dedik. 2007 yılında birlikte Kıbrıs’a gittik. Yani olaydan 44 yıl sonra 83 yaşında babam adaya gitti. Evi ziyaret etti. Bahçede limon ağacı vardı. Çocukların orada bisiklet sürdüğünü söyledi. Arabayı park ettiği yeri gösterdi. Bu süreç çok zor. Vefat ettiği güne kadar da hep çocuklarının özlemini duydu. Elazığ’da Mürüvvet anne, Murat abim, Kutsi abim, Hakan abim ve babamın kabri yanyana birlikte.
SOYKIRIM OLURDU: 20 Temmuz Barış Harekatı olmasaydı soykırım olurdu. 20 Temmuz olmasaydı İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin ortaklığında olan bir serbest bölge gibi bir yer olabilirdi. Yunanistan’a da bırakmazlardı. Kıbrıs’taki Rumların da bunun farkında olması gerekiyor. 20 Temmuz adaya barış getirdi. Bazı ülkeler oyuncak oluyorlar, farkında değiller. KKTC’deki bir Türk vatandaşının bile burnunun kanamasına Türkiye izin vermez. En ufak tacize karşı ciddi duruş söz konusudur. Barış Harekatı olmasaydı bugün adada Türk varlığından bahsetmek mümkün olmayacaktı. Tıpkı Avrupa’da ve Yunanistan’da gördüğümüz gibi kiliseye dönüştürülmüş camilerden değiştirilmiş isimlere sahip Türk soydaşlarımızdan bahsedecektik bugün.