Tıkandık hem de her konuda çok fena tıkandık. Eğitimde, ekonomide, siyasette, tarımda, savaşta, barışta, göçte, uluslararası ilişkilerde, sanatta, sporda ve aklınıza her ne geliyorsa her alanda tıkandık.
Bu bizde böyle de dünya genelinde farklı mı?
Kesinlikle hayır.
Arada ufak nüanslar var hepsi o.
Peki bu tıkanıklığın nedenleri neler?
Her konuda yüzlerce sayfalık raporlar yazılabilir ama bir de her ülke için söz konusu olan genel gerekçeler var ki, onların altını özellikle çizmek gerekiyor.
Nedir bunlar?
Örneğin ortak irade, örneğin çıkar savaşları, örneğin temsil yeteneği, örneğin güçler ayrımı, örneğin işsizlik, örneğin gelir dağılımı, örneğin güvensizlik!
Kişiler, kurumlar, ülkeler, kimse kimseye güvenmiyor.
Peki bu tıkanıklık daha ne kadar devam edecek?
Sorunların kangrene dönüşmesi neleri değiştirecek?
Rusya ile Ukrayna, İsrail ile Filistin arasındaki savaş daha ne kadar devam edecek, daha ne kadar can alacak, daha ne kadar görmezden gelinecek?
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığının esiri olduk.
Gözünün önünde hamile kadınları döven kocalara dur diyen değil, seyreden bir toplum haline geldik. Umurumuzda bile değil…
Sosyolojik olarak dünyanın kimyası çok fena bozuldu.
Savaşlar, haksızlıklar, dayatmalar, göçler, işsizlik ve kayırmacılık yüzünden kimin haklı, kimin haksız olduğuna yönelik inancımız dibe vurmuş durumda. İşin uluslararası boyutları ve diğer alanlar bir yana eğitime odaklandığımızda tıkanıklığın en büyüğünü yaşıyoruz.
Öğretmen atamaları ve kariyer sistemi kilitlenmiş durumda, üniversite mezunu işsizlerin geldiği son nokta yürek yakıyor, buna rağmen üniversiteye olan talebin her geçen gün biraz daha artması anlaşılır gibi değil. Yeni kazananların kayıt süresinin uzatılmasının en önemli gerekçesi kayıtlardaki fire oranı!
Neden sınava giriyoruz, neden tercih yapıyoruz, kazandıktan sonra niye frene basıyoruz?
Gel de çık işin içinden!
Bazı vakıf üniversiteleri ve KKTC üniversitelerinin peynir ekmek satar gibi master ve doktora diploması pazarladığına yönelik iddialar yenilir yutulur gibi değil.
Çevresinde gidecek ortaokul ve lise bulamadığı için açıköğretime yönelenlerin sayısındaki artışın tahminlerin çok üzerinde olduğu söyleniyor.
Zorunlu eğitim çağındaki öğrencilerin yüz yüze eğitimden ve okuldan kopmaları ne kadar doğru?
Doğan her çocuğu üniversite kapısına yığan sınav ve diploma odaklı eğitim tıkandı hem de çok fena tıkandı. Daha da önemlisi hemen herkes bunun farkında ama zerre kadar dikkate alınmıyor.
Tıkanan lavabolar için bile lavabo aç üreten sistemin, eğitimdeki tıkanıkların açılması konusunda hiçbir çözüm üretememesi çok manidar!
Gidişattan memnunuz desek, memnun değiliz.
Devlet ve aileler bu durumdan rahatsız değil desek tam tersi.
Dershaneler, özel öğretim kurumları ve parası olanların dışında kazananı yok desek, itiraz edeni zor bulursunuz.
Eğitim sisteminin A’dan Z’ye değiştirilmesi artık bir zorunluluk desek alkışlayanı çok olur.
Peki o zaman neden bu tıkanıklıkları açamıyoruz, aşamıyoruz, çözüm üretemiyoruz?
Art niyet iddia edenler olsa da başkalarını bilmem ama en azından ben buna inanmıyorum.
İşgüzarlık, akıl tutulması, beceriksizlik, liyakatsizlik adına her derseniz deyin ama “Bütün bunlar kasti olarak yapılıyor” demeyin ne olur.
Kimse bizim çocuğumuzu kazanamayacağını bile bile dershaneye göndermiyor, diploma peşinde koşanların işsizler kervanına katılacağı kesinken, yine hiç kimse ‘Tüm uyarılara kulak tıkayın, bildiğinizi okuyun’ demiyor. İlle de kabahatli arıyorsak, kimimiz az kimimiz çok ama hepimiz kabahatliyiz.
İşte bu yüzden çözümünü de yine hep birlikte bulmak zorundayız.
Ortak aklı, ortak değerleri, ortak hedefleri belirlemeden atacağımız her adım, çözümü daha zorlaştırmanın ötesinde hiçbir işe yaramaz.
Özetin özeti: Yapacak çok işimiz var. Özellikle de eğitimde! Ama önce ortak akıl, liyakat ve samimiyet!..