“Uğursuz 2020”de sıkıntılı günler bitmek bilmiyor.
Koronadan kaçarken depreme yakalandık!
Ülke olarak artık derin bir oh çekmek istiyoruz.
Başta İzmir olmak üzere, depremi hisseden herkese büyük geçmiş olsun. Allah beterinden korusun. Yarım kalan önlemler bir an önce alınsın!
Yaz gazeteci yaz
Milliyet internette, gazetede kimin ne kadar yazısı çıktığı yer alıyor.
Gözüm takıldı, merak ettim, diğer yazarlarımızın skorlarına da tek tek baktım!
Açık ara önde gözüküyorum.
Üstelik bu yazılar, sadece köşe yazıları.
Bir de haberler, diziler ve eklerde yazdıklarım ile imzasız yazılar hesaba katılsaydı, sadece Milliyet’te değil, muhtemelen medyanın genelinde daha çok yazanı bulmak mümkün olmazdı!..
Övünmek için mi yazıyorum? Kesinlikle hayır!
Gazetelerde bir vitrin takımı vardır, bir de karıncalar. Biz de onlardanız. Dur durak bilmeden çalıştık. Hafta sonu bayram, uzak yakın, kar kış, hastalık demeden hep ürettik.
Okurlar bilgi beklerken kendimize tatili çok gördük, hastalıkları ayakta geçirdik.
Nereden nereye?..
1983’te, Milliyet’te çalışmaya başladığımda, Cağaloğlu’ndaydık. Kadıköy’den vapurla Sirkeci’ye gelip, Babıali yokuşunu tırmandığımız çok oldu. Yazıları daktiloyla yazardık. Harfler kurşuna dökülür, sayfa mizanpajları yine kurşun levhalar üzerinde yapılırdı.
Önceleri, telgrafın bir üst versiyonu teleksler vardı. Fotokopi makineleri çıktığında, hele hele bilgisayar kullanmaya başladığımızda mucize gibi geldi.
Bugünkü teknolojik olanakların yüzde biri bile yoktu. Çektiğiniz fotoğrafın banyo edilip yayına girmesi saatler alır, Çin’de çekilen bir fotoğraf, en erken bir haftada gelirdi.
Sayfa kopyaları, diğer kentlerdeki matbaalara, en hızlı araçlarla gönderilirdi! Çünkü dijital sayfa transferinin esamesi bile okunmuyordu.
Ülke nüfusu bugünkünün yarısı kadar bile değildi ama gazete tirajları bugünkünün çok ama çok üzerindeydi.
Sonra Bağcılar’a gittik. Bina daha modern, teknoloji daha hızlıydı. Oralarda in cin top oynuyor, yanımızdaki TEM otoyolundan tek tük araç geçiyordu. Şimdi bırakın İstanbul’u, Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri haline geldi ve otoban adeta kilitlenmiş durumda.
Orada da bir 15 yıl kadar kaldıktan sonra İstanbul’un merkezine Çağlayan’a taşındık.
5-6 yıl orada kaldıktan sonra tekrar Bağcılar’daki binamıza geri döndük.
Bu süreçte patronlar, iktidarlar ve medya çok değişti.
Özel radyolar ve televizyonlarla başlayan değişim, sosyal medya ile bambaşka boyuta taşındı!..
Eğitimde fark yarattık
40 yıl önce Milliyet’in kapısından ilk girdiğimde çömezin de çömeziydim. Kadrolu olarak çalışmaya başladığımda yine en gençlerden biriydim. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, kimler gelmiş kimler geçmiş. Değişen sadece binalar ve teknoloji değil!..
Bütün meslek hayatım, eğitimin önemini anlatmak ve eğitimi medyada kalıcı hale getirmekle geçti. Arkadaşlarla bu konuda çok yol kat ettik. Arada bir “Eğitim de ne ki” diye dudak kıvıran yöneticilerimiz de oldu ama genelde hem patronlardan hem de yayın yönetmenlerinden büyük destek gördük. Milliyet ve Eğitim isimlerinin bugün bir arada telaffuz ediliyor olması bu sayede gerçekleşti.
Önemli yazılar!
Yazmak hele ki eğitim konusunda ve Türkiye’de yazmak hiç de kolay değil.
Hedef kitlemiz çok büyük. On milyonlarca veli, öğrenci, öğretmen ve diğer paydaşları hesaba kattığımızda ve önemini samimiyetle yüreğinizde hissettiğinizde, niye dur durak bilmediğimizin nedeni ortaya çıkıyor.
Anaokulundan üniversiteye, bilim ve teknolojiden sınavlara, sürekli değişen sistemlerden istihdama kadar çok geniş bir yelpazede yazmak, sadece okurları bilgilendirmekle kalmıyor, sizi de donatıyor.
Bu arada yaptığımız radyo ve televizyon programları ile üniversitelerde verdiğimiz dersleri de dikkate aldığımızda, en azından yıllar boşa geçmemiş diyebiliyoruz. Mazeret üretenlere kızmam belki de bu yüzden, çünkü üretmek için her daim zaman var!..
İlk günün heyecanıyla yola devam ediyoruz. Böylesi bir gururu sizlerle de paylaşayım istedim.
Çünkü ne yaptıysak hep birlikte yaptık.
Okuyanı olmazsa, yazanı da olmaz!..
Özetin özeti: Eğitimde yapılacak daha çok iş ve yazılacak çok konu var!..