Askerliğimi Antalya’da yapmıştım (1983). Hafta sonları izinli çıkar, şehir turu yapardık.
Topçular’dan şehir merkezine gitmemiz yürüyerek yarım saat sürmezdi. Şehri baştan aşağı gezmemiz ise hiçbir zaman yarım günden daha fazla olmadı. Günün yarısında bir yere oturup akşam olmasını bekler ve birliğe dönerdik...
Daha sonra Antalya’ya defalarca gittim ama zamanım olmadığı için hiçbir zaman gezme fırsatım olmadı.
Bir söyleşi için tekrar Antalya’ya gelince, bu kez gezeceğim dedim. Arkadaşlar da sağ olsun, bazen arabayla, bazen de yürüyerek sokak sokak gezdirmeye çalıştılar ama onda birini bile gezemedik.
Dönerken kafam karmakarışıktı. Muhteşem yerler de vardı. Burası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir yöresi mi diyeceğiniz yerler de vardı. Hele bazı bölgeler var ki adeta beton kent olmuş.
Önce Miami gibi dedikleri sahil şeridinde gittik, muhteşemdi. Derli toplu ve herkese açıktı. En önemli sorun, bu aylarda bile park yeri bulunmaması! Geniş otopark alanları var ama gelen giden o kadar çok ki bu sorunun bu yöntemle çözülmesi mümkün değil.
Sekiz kilometrelik sahil şeridi dümdüz ve raylı sistem üç beş ay içerisinde kurulabilir. Neden yapmazlar, anlamak zor.
Raylı sistemin yanı sıra yine sahilin iç taraflarına 3-5 bin araçlık otoparklar yapıp, sahili araç trafiğine tümüyle kapadıklarında, işte o zaman gerçekten Miami gibi olurlar ama gel de bunu anlat!..
Kaleiçi ve liman muhteşem ve çok özel mekânlar var.
Oteller ve bu bölgedeki işletmecilik anlayışı biraz içerlere girdiğinizde yerlerde sürünüyor!
Sebzenin, meyvenin başkentine gidiyorum, bol bol yeşillik yerim diye düşünmüştüm ama en ünlü restoranlarından en köklüsüne kadar, masalarda ne meyveden eser vardı ne de yeşillikten. Balık kültürleri ise yok gibi. Yöresel yemekler konusunda ise zorlamazsanız arkası gelmiyor!..
Nüfus o kadar artmış ki Antalyalılar Antalya’da azınlıkta kalmışlar. Büyük işletmelerin ya da otellerin sahibi olan Antalyalı ise yok gibi. Espri miydi, gerçek miydi pek anlayamadım ama bir Antalyalı, toprağını otel ya da tatil köylerine satarken, sözleşmeye şu şartı mutlaka koyarmış: Yapılacak turizm tesislerinin taksi durağı ve market işletme hakkı en az 20 yıl süreyle bize verilecek!..
Otel ve tatil köylerinin merkezleri ya İstanbul ya da Ankara’da olduğu için kazanç oralara gidiyor, çöpü de onlara kalıyor. Tıpkı diğer turistik kentlerimizde olduğu gibi!
İtalya ve İspanya turizmde marka ülke olurken, çok ciddi yaptırımlar getirmiş. Örneğin kalite, fiyat standardı, eğitilmiş insan gücü. Bunlardan hiçbiri bizde yok gibi.
Otellerde hep yabancılar çalışıyor ama Antalya’daki turizm bölümleri bile boş kalıyor!..
Antalya hemen her alanda kendini kanıtlamış bir kentimiz, minik dokunuşlarla, çok daha önemli noktalara gelebilir. Yeter ki istensin, yeter ki görüş birliği sağlansın, yeter ki taşın altına herkes elini koysun. Günü kurtarmanın ötesine geçip, geleceğe odaklansın!..
Zor bir sezon onları bekliyor. Bunun farkındalar. Örneğin şu günlerde İranlı turist kaynarmış ama yok gibiydi. Yaz rezervasyonlarında da ciddi sıkıntılar varmış!..
Eğitimin yıldızı
Antalya, böylesine geniş olanaklara sahip olmasına rağmen eğitime olan ilgisini hiç kaybetmedi. Giriş sınavlarında her zaman ilk üç ya da ilk beşte yer aldı. Devlet okulları o kadar iyi ki özel okullar yayılma olanağı bulamadı. Öğrenci kalitesine gelince, ne zaman bir konferans ya da program için gitsem hep mükemmeldi. Solanlar hep tıklım tıklım doluydu. Tıpkı dün olduğu gibi. Ve soru sormak için hep yarış içerisinde oldular...
Milli Eğitim Müdürlüğü, Bilim Üniversitesi ve Kepez Belediyesi’nin ortaklaşa ev sahipliği yaptığı toplantıda öğrencilerin geleceğe yönelik kaygıları dikkat çekiciydi.
Çıtaları ve kendilerine olan güvenleri yüksekti...
Özetin özeti: Antalya, tıpkı İstanbul gibi, sanki küçük bir Türkiye. Bizi biz yapan ne varsa hepsini bir arada görmek mümkün oluyorlar...